150 Haddon Ave, Haddon Township, NJ 08108, USA

Makaleler

İbret Alıp Ders Çıkarabilecek Miyiz ? – 3

İbret Alıp Ders Çıkarabilecek Miyiz ? – 3

Ebu Hureyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: “İnsanlar üzerine öyle aldatıcı yıllar gelir ki o zamanda yalancı doğrulanır, doğru söyleyen yalanlanır, haine güvenilir, emin kimseye hain nazarıyla bakılır! O zamanda Rüveybida konuşur’ buyurdu.

Denildi ki:

−Rüveybida nedir?

Rasûlullah (sav):

−İnsanların önemli ve büyük işleri hakkında konuşan ‘aşağılık’ kimsedir buyurdu.

(İbni Mace 4036, Albânî Sahiha 1887)

Ahir zamanla alakalı pek çok hadislerde olduğu gibi “Rüveybida hadisi”nde de Rasûlullah (sav) bu aldatıcı yıllar ve yalancı kahramanlar konusunda ümmetini ikaz etmektedir. Zira öyle bir devirde yaşıyoruzki, şahid olduğumuz hadiseler karşısında maalesef şaşırmamak elde değil…

Rasûlullah (sav) vasfettiği şekliyle aslında hiçbir önemi olmayan, basit, bilgisi kıt, aciz, fâsık ve sefih olan kimselere Rüveybida Adam denir. Günümüzde de görüldüğü üzere Kuran ve Sünnet ölçülerinin kaybolduğu toplumlarda ayak takımı önder olurlar ve boylarını fersah fersah aşan pekçok mesele hakkında söz söylemeye kalkarlar.

Mesele daha iyi anlaşılması için bir misal verilecek olursa; Kendi hayatlarını bile idame ettirmekten aciz, çoluk çocuklarına, emrindeki memurlarına bile hükmedemeyen idareciler yüzünden toplumun her cenahının sosyal, ve ekonomik sıkıntılara, adaletsizliklere ve zulümlere maruz kalınmasıdır. Zira İslam’ın ölçülerine göre bu adamlar Rüveybida’dır.

Menfaatleri veya korktukları için çevresindeki her türlü zulme, adaletsizliğe, yolsuzluk ve ahlaksızlıklara karşı Görmedim, duymadım, söylemedim formunda üç maymunu oynayanlar inşaallah bu hadisten ders çıkartabilmeleri duasıyla…

İbret Alıp Ders Çıkarabilecek Miyiz ? – 4

İbret Alıp Ders Çıkarabilecek Miyiz ? – 4

“Allah’ın indirdiği kitabın bir bölümünü gizleyenler ve onu az bir şey karşılığında satanlar yok mu, onlar karınlarına ateşten başka bir şey doldurmuyorlar. Allah kıyamet gününde onlarla konuşmayacak, onları arındırmayacak! Onlar için elem verici bir azap vardır.

Onlar, doğru yol karşılığında sapkınlığı, mağfiret karşılığında azabı satın almış kimselerdir. Ateşe ne kadar da dayanıklılarmış!” (Bakara Suresi – 174-175)

İslam’ı ve Allah’ın ayetlerini kişisel ve maddî çıkarları doğrultusunda açıklayıp yorumlamak suretiyle gerçekleri insanlardan saklayan, haramları helâl, helâlleri haram göstermeye kalkışanlara ve bunun neticesinde dini kazanç aracı gibi gören, bir nevi din ticareti yapan her kişi ve topluluklara karşı Allah Teala cehennemde nasıl azab edileceğini sarih bir şekilde ortaya koymaktadır.

Birilerine midelerinden bağlı oldukları için menfaat kaynaklarının kuruyacağı kaygısıyla veya işgal ettikleri makamların ellerinden alınma korkusunu yaşayanlar Allah’ın dini adına bildiğini konuşma­yan, söy­lemeyen, içinde tutan, konuşması gereken yerde susan, sözümona din adamları Allah’ın hakimiyetini, tevhidi ve sünneti hakikatiyle anlatmaktan neden korkuyorsunuz?

Menfaatleri veya korktukları için çevresindeki her türlü zulme, adaletsizliğe, yolsuzluk ve ahlaksızlıklara karşı Görmedim, duymadım, söylemedim formunda üç maymunu oynayanlar inşaallah bu ayetten ders çıkartabilmeleri duasıyla…

İbret Alıp Ders Çıkarabilecek Miyiz ? – 5

İbret Alıp Ders Çıkarabilecek Miyiz ? – 5

İmam-ı Rabbani Hazretleri 33. mektubunda şöyle anlatır:

Ulemanın (Alimlerin) dünya sevgisi, ona karşı istekli olmaları güzel yüzlerinde siyah bir lekedir. Bu gibi âlimlerden her ne kadar halka fayda olsa da, onların bilgisi, kendileri için menfaat getirmez. Her ne kadar, İslâm dininin takviyesi, şeriatın teyidi bunlara bağlı ise de, bu duruma itibar yoktur. Şundan ki: Bazen Allah’ın dinine yardım fücur ve fütur ehlinden geldiği de olmuştur. Nitekim, bu manada Seyyidü’l-Enbiya Rasulûllah (sav) şöyle buyurdu: “Allah Teâlâ, gerçekten bu dini, fâcir bir kişinin eli ile de teyid eder.”

Bu gibilerin durumu, Pars taşına benzer; demir veya bakır cinsinden ona ne yaklaşırsa; onun haline girer. Ama kendisi, yine olduğu gibi taştır. Yahut onlar, çakmakla taş gibidir. Bundan âlem faydalanır; ama onlardaki bu ateşten ne taşa fayda vardır, ne de ağaca…

Hatta, şunu da söyleyebilirim:

— Bu ilim, kendileri hakkında dahi zararlıdır.

Zira, bu manadaki hüccet, onlar için, tamamdır. Nitekim, Rasulûllah (sav) Efendimiz, şöyle buyurdu: “Azab ciheti ile, insanların kıyamet günü en zorda olanı öyle bir âlimdir ki; Allah, kendisine ilminden fayda vermemiştir.”

Bu ilim, o kimseye nasıl zararlı olmasın ki?. Zira ilim, Yüce Allah katında eşyanın en azizidir. Mevcudların da en şereflisidir. İşte o âlim, böyle değerli bir şeyi; mal, şöhret, dost gibi, bu düşük dünyanın geçici şeylerini toplamaya alet etti. Halbuki, Allah katında dünya zelil ve hakirdir. Allah katında, yaratılmışların en sevimsizidir. Durum böyle olunca: Allah katında aziz olan bir şeyi zelil etmek; zelil olan bir şeyi de aziz etmeye çalışmak kabahatların son ucudur. Hattâ, gerçek manada, Yüce Hakla muarazadır.

Tedris ve fetva işleri, ancak şu şartlar altında faydalı olur: Allah rızası için halis, makam ve baş olma düşkünlüğü, mala ve yükselmeye karşı tamah şaibesinden temiz olursa.. Fetvanın ve tedrisin, anlatılan kötülüklerden temiz olmasının alâmeti şudur: Dünyaya karşı zahid gönüllü olmak ve onun geçici şeylerine gönül bağlamamak.

Şu âlimler ki anlatılan belâya müptelâ olmuş, dünya muhabbetine esir düşmüşlerdir; işte bunlar, kötü âlimler olup insanların da şerlileri ve din hırsızlarıdır. Bu halleri ile onlar, kendilerini halkın iktida ettiği ve tüm halkın en faziletlileri sanırlar. Şu âyet-i kerime, onların durumunu anlatır: “Onlar, kendilerini bir şey üzere sanırlar. Dikkat edin, onlar yalancılardır. Şeytan, bunları istilâ etmiştir; Allah’ı anmayı da unutturmuştur. Bunlar, Şeytan grubudur. Dikkatli olun, asıl kayba uğrayanlar, Şeytan grubunda olanlardır.”

(Kur’an-ı Kerim, 58/18-19)

Menfaatleri veya korktukları için çevresindeki her türlü zulme, adaletsizliğe, yolsuzluk ve ahlaksızlıklara karşı Görmedim, duymadım, söylemedim formunda üç maymunu oynayanların İmam-ı Rabbani Hazretlerinin Mektubat’ındaki 33. Mektubundan ders çıkartabilmeleri duasıyla…

İbret Alıp Ders Çıkarabilecek Miyiz ? – 6

İbret Alıp Ders Çıkarabilecek Miyiz ? – 6

Tasavvuf tarihinin en önemli şahsiyetlerinden Abdülkadir Geylani hazretleri 91 yıllık hayatının yetmiş üç yılı Bağdat’ta geçti. Bu dönemde Abbasi halifelerinden beş tanesinin hilafetine şahit oldu. Hak uğrunda verdiği mücadeleler dillere destandır. Özellikle Halife ve idarecilerin yaptıkları zulüm ve yanlışlıkları korkusuzca her fırsatta tenkid etmesi, şirk ve bid’atlerle şavaşması, toplumun cehaleti ve nifakla mücadele etmesi onun tebliğinde önemli bir yer tutmaktadır.

Abdulkadir Geylani (ks) İslamî hilafetin, ruhunu ve peygamberlik emanetini yitirdiği, saltanat haline getirildiği bir dönemde o makamın yapması gereken işleri diğer Rabbani alimleri gibi yüklendi. Davet ve sohbetleriyle insanlar, İslamî ahidlerini yenilediler. İslamı atadan kalma bir miras gibi adet yerini bulsun diye kabullenenler şuurlandılar. Talim ve terbiyeleriyle insanları nefsanî arzuların kölesi ve insanların kulu olmaktan çıkardı. Onun bu tebliğlerini birkaç misalle anlatmak meselenin daha iyi anlaşılmasına vesile olacaktır.

Abdulkadir Geylani Hazretleri talebelerine daima şu nasihatte bulunurdu: “Sultanların kapılarından uzak durun. Onlardan yana bir beklenti içerisinde olmayın. Eğer ilmin meyvesi ve bereketi sende varsa sultanların yanında dolaşmazsın.”

Yine bir konuşmasında şöyle demiştir: “Sultanlar insanların gözünde tanrılaştılar. Dünyanın zorbalarına, firavunlarına, krallarına ve zenginlere saygı gösterip Allah’ı unutursan puta tapanlar gibi olursun!”

Abdulkadir Geylani Hazretleri kralların her dediğini yapan, doğru veya yanlış diye araştırmayıp kralların her dediğini uygulayan valilerine de şu nasihatte bulunmuştur: “Hakka hizmet et! Faydası dokunmayan ama zararı olan bu kralların ve sultanların dediğini hakkın üstünde tutma!”

Abbasi Halifesi Muktefi Liemrillah, Ebu’l-Vefa’nın yerine İbn Muzhim el-Mezâlim diye meşhur olan Yahya b. Said’i kadı tayin edince Halife’nin de mescidde olduğu bir gün Abdulkadir Geylanî (ks) minbere çıkarak şunları söyledi: “Müslümanların başına zalimlerin en büyüğünü kadı olarak tayin eden sen, yarın merhametlilerin en merhametlisi önünde nasıl hesap vereceksin” Bunun üzerine halife titreyip ağlamaya başladı ve o an yeni tayin ettiği kadıyı vazifesinden aldı.

Sultanların peşinden ayrılmayan onlara yaltaklanmak suretiyle zulümlerine ortak olan resmi ulemaya şiddetle karşı koydu. Onlara şöyle diyordu:

“Siz neredesiniz, gerçek alimler nerede?

Ey ilim ve amel hainleri!

Ey Allah ve Rasûlü’nün düşmanları!

Ey Allah kullarının yol kesicileri!

Siz açıkca zulüm ve nifak içerisindesiniz. Bu nifak ne zamana kadar devam edecek?

Ey alim ve zahid geçinenler!

İdareciler ve sultanlardan dünya metaını zevk ve lezzetini alıncaya kadar mı onlara münafıklık yapacaksınız?

Siz ve asrımızın bir çok idarecileri, Allah’ın malında ve kullarına verdiği nimetlerde ihanet içerisindesiniz.

Allahım! Ya münafıkların şehvetini kır onları ıslah eyle veya yer yüzünü onlardan temizle, Amin.

İbret Alıp Ders Çıkarabilecek Miyiz ? – 7

İbret Alıp Ders Çıkarabilecek Miyiz ? – 7

Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: “Yeryüzündeki âlimlerin misali, gökyüzündeki yıldızlar gibidir. Kara ve denizin karanlığında onlarla yol bulunur. Yıldızlar kaybolduğunda hidayet bulanlar nerdeyse sapıtırlar.”

Rasûlullah (sav) Efendimizin hadisinde işaret edilen fazilete ulaşabilmek hiç de kolay olmadığını tarih bize göstermiştir. Böyle bir iltifata mazhar olanlar ancak; Allah Teala’nın dininin bekçiliğini yapan, İslam’ı cesurca heryerde savunan özellikle hak söz ve sabırla yöneticileri İslâm şeriatını uygulamaya çağıran âlimlere aittir. O alimler ki, Rasûlullah’ın (sav) ahlâkıyla ahlaklanmışlardır ve onlar hiç kimseden korkmadan zalimlere “zalimsiniz”, ifsat edenlere “müfsidsiniz”, günahkârlara “âsisiniz” derler. Kınayanın kınamasından da çekinmezler. Bütün insanlara ister yönetici olsun isterse halk olsun “İslâm’ın yoluna, selâmet yurduna, Aziz ve Hamîd olan Allah’ın yoluna koşunuz”, derler.

Maalesef günümüzde âlimler ve yöneticiler arasındaki ilişki tarihte aşina olduğumuz gibi değil. Yöneticilerin zulmünü, adaletsizliğini, kendi adamlarını kayırmalarını, fasitliğini muhasebe eden ve haksızlıkları onların yüzüne haykıran âlim bulmak neredeyse imkânsız hale geldi. Sultanların (yöneticilerin) etrafında toplanmış; onların yaptıklarına ses etmeyen, fetvalarıyla onların işledikleri zulümlerin önünü açan, rüşvete, faize, ahlaksızlıklara ses çıkarmayan âlim(!) ise haddinden fazla.

Bugün yöneticilerin icra ettikleri zulmü konuşmak yerine abdesti bozan şartları, Hz. Adem’in babası var mıydı, bu kadar tesbih çeker neler olacağını konuşmayı tercih eden âlimlerle dolu etrafımız.

Sohbetlerinde “Ey Amerika!” diye kâfire olan düşmanlığını beyan edip de kâfirlerle sıkı sıkıya dostluk içerisinde olan yöneticileri muhasebe etmeyen âlimlerle çevrili sağımız-solumuz. Müslümanların yaşadığı coğrafyalarda toplu katliam gerçekleştiren sömürgeci kâfirler ile dostluk kuran yöneticilerin ahvalini konuşmak yerine yeme-içme adabından bahseden hocaların sayısı maşaallah sürüsüne bereket her geçen gün artıyor.

Hz. Hüseyin, Abdullah b. Zübeyr, Said b. Cübeyr, Ebu Hanife, Ahmed b. Hanbel, İmam Buhari gibi bugün iftiharla isimlerini andığımız nice ulema; ilim, amel, takva, zühd, hakkı söylemekte cesaret, adalete sarılmak, şer’î hükümlere uymada kuvvetlilik, şeriatın kanunlarını korumak, yeryüzünde şeriat kanunlarını tatbik etmek için İslâm davasını sırtlanmak ve Allah’tan yüz çeviren ve Allah’ın da kendilerinden yüz çevirdiği zalim yöneticilere karşı durmak gibi tutumlarıyla öne çıkmışlar ve hatta canlarını bile bu uğurda vermişlerdir.

Menfaatleri veya korktukları için çevresindeki her türlü zulme, adaletsizliğe, yolsuzluk ve ahlaksızlıklara karşı Görmedim, duymadım, söylemedim formunda üç maymunu oynayan başta alim taifesi ve onların takipçileri gurur duyup anlattıkları selef ulemanın hayatlarından ders çıkartabilmeleri duasıyla…

İbret Alıp Ders Çıkarabilecek Miyiz ? – 8

İbret Alıp Ders Çıkarabilecek Miyiz ? – 8

Tevhidi ve Haccı Hz. İbrahim (as) Örnekliğinde Anlayabilmek

Milyonlarca müslümanın hac farizasını ifa ettiği bugünlerde İbrahim (as)’ı, onun tevhidi tebliğ usulünü, metodunu ve mantığını tanımaya dair ayetlerin gösterdikleri işaretleri, referansları iyi anlayıp iyi kavrayıp tahlil etmemiz ve ona göre bir davet üslubu yol ve yöntemi geliştirmemiz gerekiyor. İbrahim (as), davet ve tebliğinde, risaleti ve tevhidi dile getirişinde hiçbir zaman taviz vermedi.

“İbrahim ve onunla birlikte olanlarda sizin için güzel bir örnek vardır. Hani onlar kendi kavimlerine demişlerdi ki “Biz sizlerden ve Allah’ın dışında tapmakta olduklarınızdan uzağız. Sizi (yakınlarımız olarak) tanımıyoruz. Sizinle bizim aramızda, siz Allah’a bir olarak iman edinceye kadar ebedi bir düşmanlık ve bir öfke baş göstermiştir.” (Mümtehine 60/4)

Evet Kur’an bizlere Hz. İbrahim ve ona inanan mü’minlerin, Allah’a açıkça baş kaldırmış müşrik bir topluma karşı sergiledikleri net tavrı ve kıyamete kadar gelecek tüm müslümanlara uymaları gereken en güzel örnek olarak zikretmiştir. Ayetten anlaşılacağı üzere onlar şunu söylemişlerdi: “Biz sizin şirke dayalı sisteminizi tanımıyoruz ve sizlerin doğru bir yol üzere olduğunuza inanmıyoruz. Bu sebeple bizimle sizin aranızda dostluk olması mümkün değildir. Tek olan Allah’a iman edinceye kadar da bu kesin duruşumuz, net tavrımız devam edecektir.” Bu duruş aslında Allah karşısında kendisine tanrılık yakıştırılan tüm şeytânî güçleri reddetmek anlamına gelmektir. Nitekim başka bir ayette şöyle buyrulur: “Artık kim şeytânî güçleri inkâr edip Allah’a inanırsa, muhakkak kopması mümkün olmayan sağlam bir kulpa sarılmış olur. Allah, işitendir, bilendir.” (Bakara 2/256)

“Ahmakça kendini harcayanlar dışında, kim İbrahim’in inanç sisteminden yüz çevirebilir ki?” (Bakara 2/130)

Kur’an, Hz. İbrahim’in (as) yaşadığı şirk toplumuna karşı verdiği tevhid mücadelesini pekçok ayetle gözler önüne serdiği halde günümüzün ey suskun ve pasif Müslümanları!

Atamız Hz. İbrahim (as) gibi, puthaneye doğru baltalarınızı sallayıp da tevhidi haykıracağınız zaman gelmedi mi?

Tagutların, nefsinize hoş gelen, necis sistemlerini okşamaktan vazgeçeceğiniz zaman gelmedi mi?

Arafat’ta Mina’da, Müzdelife’de, Meşari’l-Haram’daki adeta haykırarak yaptığınız zikirleriniz ve dualarınız çağımızın putlarına/tagutlarına korku salmalı değil mi?

Zulüme dayalı tüm beşeri sistemlerin sarsılıp yıkılması için dualar nerede?

Ey İslâmi gündemi ortadan kaldırıp, demokratik gündemi merkeze oturtan siyasal İslamcılar!

Aslında dertleri Allah’ın dinini hakim kılmak olmadığı halde her türlü ahlaksızlığı, adîliği ve zulmü yaptıkları halde Kur’an’ı ve namazı kullananlar!

Kendilerine bunlar da kötünün iyisi diyerek saf müslümanları kandıranlar!

Demokrasi ve laikliğin kirli kâsesinden içip de makamların ve dünya lezzetlerinin sarhoşu olan ilahiyatçılar, din tüccarları, siyasetçiler ve kanaat önderleri!

Bulunduğunuz ve insanları da davet ettiğiniz bu kaygan ve muğlak demokrasi zemininde gezinmeyi bırakıp da ne zaman Hz. İbrahim ve Rasûlullah (sav) Efendimizin tevhid uğruna verdiği mücadele ve cihad ruhuna insanları çağıracaksınız?

Ve ey tevhid bilinci hırpalanmış, inançları çarpıtılmış, pasifleşmiş Müslüman! Kurtuluşu ve nuru demokrasi zindanlarında aramayı bırakmayacak mısın? Kalplerinizi, heva ve heveslerinizi ilahlaştıran şeytanın en büyük oyunlarından olan demokrasi putu ile doldurmayın.

Allah’a kurbanlarınızı sunacağınız şu mübarek günlerde Tevhidin manasına bir daha bakın. Yaratılış gayesini bir daha anlamaya çalışın.

Sözleriniz ve amelleriniz başka değil sadece tevhid merkezli olsun, Hz. İbrahim’in putları parçaladığı tevhid baltasına siz de kalbinizde yer açın ki, parçalanacak pek çok putun olduğunu göreceksiniz.

Ey Rabbimiz! Biliyoruz ki cahiliyenin karanlıklarından daha da kötü bir zamanda yaşamaktayız. İnancımızı şirkten uzak tut. Müslümanların tevhidini bozan ve inkitaya uğratan her türlü ideolojiye ve onların yerli işbirlikçilerine karşı bize direnme gücü ver. İsrailoğullarının kalplerine buzağı sevgisi giydirildiği gibi günümüzde kendine müslümanım diyen pek çoklarının kalplerine de demokrasi ve batıl sistemlerin sevgisi giydirilmiş vaziyette. İnsanları bu şekilde yoldan saptıran saptırıcı (siyasal İslamcı) yöneticilerden, siyasilerden ve belâm misali alimlerden bizleri koru!

Bizleri, Allah’ın şeriatıyla yaşamayı reddeden, çağımızın sapık ideolojilerinin esiri etme! Bu sapık ideolojilerle, hakkın ve batılın karıştırılmasına müsaade etme!

Menfaatleri veya korktukları için çevresindeki her türlü zulme, adaletsizliğe, yolsuzluk ve ahlaksızlıklara karşı Görmedim, duymadım, söylemedim formunda üç maymunu oynayan başta alim taifesi ve onların takipçileri gurur duyup anlattıkları Hz. İbrahim ve Rasûlullah (sav) Efendimiz başta olmak üzere Peygamberlerin hayatlarından ders çıkartabilmeleri duasıyla…

Haccımız ve Kurbanımız mübarek olsun.

İbret Alıp Ders Çıkarabilecek Miyiz ? – 9

İbret Alıp Ders Çıkarabilecek Miyiz ? – 9

Rasulullah (sav) Efendimiz kendisine yöneltilen bir soru üzerine, “En üstün cihad, zalim sultana karşı hakkı haykırmaktır” buyurmuştur. (Nesaî, Biat: 37)

Kazanabilmek uğruna her türlü hileye başvuran hedefe ulaşmak hususunda her yolu mübah gören ve demokrasi, laiklik, Parlemanto gibi İslam dışı yönetim formatını da Müslümanların dünyasında baş köşeye oturtan (Siyasal) İslamcılar takipçilerini nasıl bir küfrün, nifakın ve günahların içine daldıklarının farkındalar mıdır acaba?

Toplumun ahlak, edeb başta olmak üzere ekonomik ve sosyo-psikolojik olarak her bakımından dibe vurmasında en büyük sorumluluk sahibi olanlar -müslüman toplumlar için- ilim ve irfan sahibi olduklarını iddia edenlerin yoldan sapmalarıdır. İlk dönem zahid ve sufilerinden Fudayl b. Iyaz diyor ki: “Bir çok alim dinleriyle beraber yöneticilerin yanına girerler. Ancak verdikleri tavizlerden dolayı dinlerini yöneticilerin yanında bırakarak çıkarlar.” Günümüzde ise (saptırıcı) alimler yöneticilerin emrine girince yalnızca dinlerini bırakıp çıkmıyorlar. Aynı zamanda vicdanlarını, insaflarını, şereflerini ve onurlarını da bırakıp çıkıyorlar. Bu insanlar Allah’ın şu ayetine muhatap olmaktan korkmazlar mı; “Zalimlerin yanında olmayın; sonra ateş sizi de yakar. Allah’tan başka dostlarınız olmadığına göre bir yerden yardım da göremezsiniz!” (Hud,113)

Kur’an ayetlerini ve Rasulullah (sav) Efendimizin hadislerini işlerine geldiği gibi kullanmaya alışan protokol alimleri veya saray mollaları kör ve sağırları oynamaktan ne zaman vazgeçeceksiniz?

İsveç’te dışarıda Kuran yakılırken; İsveç’in Nato’ya üyeliğini onaylayanlara ses çıkartmamanız nedendir acaba?

“Yarın kıyametin kopacağını bilseniz bile, bugün elinizdeki fidanı dikin!” (Buharî, el-Edebül-Müfred s. 168) Peygamberimizin (sav) mübarek sözünü kürsüden anlatırken güzeldir.

Peki o halde Akbelen ormanı da başta olmak üzere Türkiye’nin dört biryanında rant uğruna ormanlar yok edilirken siz Hocalarımızın neden karşı gelişlerine veya protestolarına rastgelmiyoruz acaba?

Demokratik gündemi merkeze oturtan siyasal İslamcılar gibi siz de mi bu sistemin zehirlediği adamlardan mı oldunuz?

Aslında dertleri Allah’ın dinini hakim kılmak olmadığı halde her türlü ahlaksızlığı, adîliği ve zulmü yaptıkları halde Kur’an’ı ve namazı kullananlar! gibi siz de aynı formatta İslam’ı yorumlar oldunuz?

Kendilerine bunlar da kötünün iyisi diyerek saf müslümanları kandıran protokol alimleri ve saray mollaları! Allah’ın şu ayeti hiç mi aklınıza gelmiyor;

“Kıyamet gününde kendi günahlarını tam olarak taşımaları ve bilgisizce saptırmakta oldukları kimselerin günahlarından da bir kısmını yüklenmeleri için (öyle derler). Bak ki yüklenecekleri şey ne kötüdür! “ (Nahl Suresi, 25. ayet)

“Onlara, kendisine ayetlerimizi verdiğimiz kişinin haberini anlat. O, bundan sıyrılıp uzaklaşmış, şeytan onu peşine takmıştı. O da sonunda azgınlardan olmuştu.” “Dileseydik o âyetlerle onu elbette yüceltirdik. Fakat o, dünyaya saplanıp kaldı da kendi heva ve hevesine uydu. Onun durumu köpeğin durumu gibidir: Üzerine varsan da dilini sarkıtıp solur; kendi hâline bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte bu, âyetlerimizi yalanlayan toplumun durumudur. Şimdi onlara bu olayları anlat ki düşünsünler.” (Â’raf suresi, 175-176 ayet ).

Ey tevhid şuuru hırpalanmış, inancı çarpıtılmış ve mücadele ruhu pasifleştirilmiş Müslüman! Sözleriniz ve amelleriniz sadece Allah merkezli olsun. Kurtuluş ancak tevhid merkezli Resulullah (sav) Efendimizin adımlarını takip etmekle olacaktır. Bunun dışındaki size öğretilen dini anlayış ve yaşantıların hepsi de yanlıştır ve sizi ahirette helaka sürükleyecektir. Vesselam.

İbret Alıp Ders Çıkarabilecek Miyiz ? – 10

İbret Alıp Ders Çıkarabilecek Miyiz ? – 10

Son haftalarda paylaştığım gündeme dair yazılara yorum yapan kardeşlerimizin bazısı özelden bir kısmı da yorumlarda şunu sormaktalar. Gerçi şu anda kalplerine demokrasi sevgisi sirayet eden veya etmeyen pek çok müslüman şeriat ehli mümin kimselerin demokrasi ve laiklik veya parlamentodan çıkacağına kendilerini inandırmış vaziyetteler. Şeriatın bu kanallardan gelmeyeceğini söyleyenleri ise bunlar da kötünün iyisidir, şayet bunlar olmazsa haliniz harab olacak fikrine inandırmışlar maalesef.

Tabi bir müslüman olarak benim böyle bir fikre katılmam mümkün değil. Zira Allah’ın şeriatı bir topluma hakim kılınacaksa öncelikle bu hedefe Allah’ın belirlediği ve Rasûlünün de uyguladığı metotla kavuşulacaktır. Yoksa Allah ve Rasûlüne isyan edilen, hakimiyet ve egemenliğin Allah’tan gayri varlıklarda görüldüğü demokratik meclisler aracılığıyla kıyamete kadar müslüman olduklarını söyleyen adamlar iktidarda devam etseler bile Allah’ın rızasına uygun bir adım dahi atılmayacaktır. Tabi ben bu şekilde yazınca Kur’an’ın ifadesiyle kalplerine buzağı sevgisi giydirilen Yahudiler gibi kalplerine demokrasi ve reis sevgisi giydirilen bazı kimseler hemen öfkelerinden kıpkırmızı olacaklardır. Şayet kalplerinizde birazcık Kur’an’a iman ve Rasûlüne itaat duygusu kaldıysa bakın Allah Teala bizi neye davet ediyor:

“İşte benim dosdoğru olan yolum budur, ona uyun. Değişik yollara uymayın, sonra bu yollar sizi O’nun yolundan ayırır. Olur ki sakınırsınız diye (Allah) size böyle emretti.” (En’am suresi 153)

(Rasûlüm) De ki: “İşte benim yolum budur! (Ben, sizi) bir basîret (açıkça görünen bir delîl) üzere Allah’a da’vet ediyorum; ben de, bana tâbi’ olanlar da! Ve Allah’ı tenzîh ederim. Çünki ben (sizin gibi) müşriklerden değilim!” (Yusuf suresi 108)

Demek ki Allah Teala’nın davetindeki yol Rasûlünün izlerine uymakla olacaktır. Aksi halde ayette zikredildiği üzere müşriklerden olmak an meselesidir. Neûzu billah…

Gelelim bazı kardeşlerimizin sorduğu bu şeriat veya müslümanların eliyle Allah’ın hakimiyeti yeryüzünde nasıl vukubulacak? Şu kainatı yaratan Allah (cc) biz müslümanlara Kur’an’da öyle vaatlerde bulunmaktadır ki bunu görmemek için kalbin kör olması gerekir. Aama günümüzde müslümanları Kur’an’ın mesajlarıyla ve Rasûlullah’ın (sav) yoluyla buluşturmamak için şeytan ve avanesi planlı bir şekilde çalışmaktalar. Benim bu noktada size tavsiyem öncelikle kalplere sirayet eden Allah’a güven ve itimatsızlık hastalığından kurtulmamızdır. Hani etramızdakiler sürekli bunlar giderse İslam ortadan kalkar, müslümanlar akıl almaz sıkıntılara girer şeklinde telkinlerde bulunuyorlar ya!

İşte buna katiyyen inanmayın. Zira Allah Rasûlü (sav) Efendimiz bile bu dünyaya veda etti de İslâm ümmetine bir şey oldu mu? Zira müslümanlar Hayy ve Kayyum olan Allah’a inanmaktalar. Yani bu dinin geleceği kimsenin bir yerlere getirilip orada kalmasına muhtaç değildir.

Neyse en iyisi ben, sözü daha fazla uzatmayayım. Ey benim müslüman kardeşim! Şimdi sana zikredeceğim ayeti kerime Allah’ın İslam ümmetine en büyük vaadididir ve bu sözün gerçekleşmesi için de yani yeryüzüne hakim olabilmek için meclise, parlemantoya, demokrasiye, lidere, padişaha, kumandana, ruhban sınıflarına falan da ihtiyaç yoktur. Bakın hiç yorumlamaksızın ayeti okuduğunuzda siz de hakikati göreceksiniz:

“Allah, içinizden iman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapan kimselere vaad etti ki, kendilerinden öncekilere verdiği gibi onlara da yeryüzünde hâkimiyet verecek, onlar için hoşnutluğuna vesile kıldığı dinlerinin yerleşip yayılmasını sağlayacak, şu andaki korkularını güvenliğe çevirecektir; çünkü onlar bana hiçbir şeyi ortak koşmaksızın kulluk etmektedirler. Bütün bunlardan sonra kim inkâra saparsa yoldan çıkmış kimseler işte bunlardır.” (Nur Suresi 55)

Demokratik yönetimler üzerinden şeriatın geleceği ütopyasıyla kandırılan müslüman kardeşim! Dünyada kandırılmanın bedelini ahirette fazlasıyla ödeyeceğini unutma. Bugün bu ayeti okudun ve öğrendin. Gel bir defa olsun Allah’ın vaadine güven ve az önce zikrettiğim ayetin bir öncesinde;

“De ki: “Allah’a itaat edin, Rasûle itaat edin.” Yine de, söz dinlemezseniz O’nun (Peygamberin) sorumluluğu ona, sizin sorumluluğunuz da size aittir. Ona itaat ederseniz doğru yolu bulursunuz; Rasûl’e düşen yalnızca apaçık bildirip anlatmaktır.” (Nur Suresi 54) buyrularak yeryüzüne nasıl hakim olunacağının ilk adımını göstermektedir.

Unutmayalım ki, sorgulanamayacak tek varlık Allah Teala’dır ve O’nun Peygamberidir.

Ve Allah Tealâ Kur’an’ı Hakîm’in pek çok yerinde reise değil Râsul’e itaatı emretmektedir. vesselam…

Kerbelayı Bir De Böyle Düşünseydik !

Kerbelayı Bir De Böyle Düşünseydik !

Evet, yine aylardan Muharrem’deyiz yani Rabbimizin Müslümanlara her zaman yardım edeceğinin hatırlanması gereken bir aydayız. Bu ay sadece Firavun’un değil, Nuh kavminin değil, Allah Teala ile mücadele eden tüm zalimlerin mutlaka kaybedeceğinin hatırlanması gereken bir aydayız. İşte Yezid, Hz. Hüseyin (ra) ve Ehli Beyt’e zulmetti ancak dünya ona da kalmadı. Kerbela’dan kısa zaman sonra zalim, fasık ve günahkâr bir insan olarak öldü, gitti. Tarih boyunca hiç hayırla anılmadı, mezarı dahi bilinmedi. Kerbela’da Ehli Beyt’e zulmeden Ubeydullah b. Ziyad, Ömer b. Sa’d, Şimir b. Zilcevşen ve Sinan b. Enes gibi masumları katledenler aynı akıbet ile karşılaştılar.

Kerbela’da Ubeydullah b. Ziyad’ın ordusundaki insanların çoğu, Hz. Hüseyin (ra) ve Ehli Beyt’in haklı olduğunu biliyorlardı. Son gece, hatta onlarla savaşan askerlerden bir kısmı savaş esnasında dahi namaz vakitlerinde Hz. Hüseyin’in arkasında namaz kılıyorlardı. Onlara çölün ortasında bir bardak su vermeyenler, onlara ok atanlar ve bu yaşananları seyredenler, dünyanın kendilerini aldattığı kimselerdi. Kimileri Yezid’in gücünden korkuyordu, kimileri ise makam ve mevki sahibi olmak istiyordu. Kerbela’da Yezid’in ordu komutanı, Hz. Hüseyin’in çocukluk arkadaşı ve cennet ile müjdelenmiş sahabe Sa’d bin ebi Vakkas’ın oğlu Ömer ibni Sad’dı. Kendisine Rey (İran bölgesinin) valiliği teklif edildiği için Kerbela’da zulmün karşısında değil, içinde yer aldı. Ancak valilik ve makamı ona fayda vermedi. Bu olaydan sonra dünya ona dar geldi ve yaşadığı 6 yıl kendisine zehir oldu. En nihayet aynı şekilde öldürüldü. Hz. Hüseyin’e yüzlerce davet mektupları gönderen daha sonrada Ubeydullah b. Ziyad’ın ordusunda yer alan Kufelilerin ihanetleri de dünyalık kaygılardan başka birşey değildi. Halbuki onlar da kalben Hz. Hüseyin ve Ehli Beyt’i sevdiklerini söylüyorlardı ama kılıçlarını Ehli Beyt’i öldürmek için kullanıyorlardı.

Ben burada Kerbela’da yaşananları detaylı anlatacak değilim ancak Hz. Hüseyin ve Ehli Beyt sevdalısı müslümanlar olarak burada şu noktayı gözardı etmememiz gerektiğini düşünüyorum. İslam tarihinin en kara isimlerinden olan Yezid, yönetime geldikten sonra nice zulümlere bulaşmaktan geri kalmadı. Şahsi hayatında da aleni pek çok günahlar yapmasına rağmen idaresi altındaki insanlara günahları ve haramları dayatmıyordu. Yani Yezid zamanında İslâm beldelerinde İslâm ile hükmediliyordu. Eğitim, hukuk, siyaset, iktisat, sosyal hayat Kur’an ve Sünnet’e göre belirleniyordu. Yezid, hiçbir zaman o günkü İslâm düşmanları ile birlikte hareket etmemişti. Aksine onun zamanında Ukbe bin Nafi komutasında İslâm orduları Kuzey Afrika’yı fethetmişlerdi.

Peki ya günümüzde hangi ülkede yani Müslümanların yaşadığı hangi beldede İslâm tatbik edilmektedir? Maalesef hiçbirisinde… İstinasız heryerde yönetimler İslâm düşmanı kâfirler, onların müttefikleri münafık ya da fasıklar güruhuna aittir. Ve bunu artık gizlemiyorlar. Kâfirlerin fikirlerini, nizamlarını demokrasi ve laiklik kılıfında İslâm olarak halka sunuyorlar ve haramları çoğu zaman zorla dayatıyorlar. İslâm’ın hakikatlerini en başta tevhidi bile anlatmak, bu uğurda mücadele ruhuna insanları davet etmek gibi pek çok şey yasak durumda… Peki bu adamların yönetiminde neler serbest bırakıldı ve topluma teşvik edildi birkaç örnek verelim ki (hiç ümidim yok ama) belki Hz. Hüseyin’i sevdiğini iddia eden ve Yezid’i lanetleyen Kufelilerin ahlaklarına benzeyen içi başka dışı başka müslümanlar! ders çıkartırlar; Elinde seccadeyle dolaşan ve camileri siyasi arenaya çeviren ve her Cuma namazı çıkışı halka hitap eden sözümona birilerinin vazgeçilmez reisi müslümanların aklıyla alay edercesine neler yaptı. İşte birkaç misal;

Papazları yanına alarak besmele ile kilise temeli atarak müslümanların itikaden ifsad etmesi Zinanın sertbest bırakılması yasası LBGT lilerin daha rahat örgütlenmesi için vakıflar açmalarına izin verilmesi Faizin bir Türkiye gerçeği haline getirilmesi ve her haneye girmesi Irak savaşında ABD’ye verilen destek Yanlış dış politikaları yüzünden Suriye ve Libya’nın yıkımında başrolde olmaları Domuzun satışının serbest bırakılması Rüşvet, hırsızlık, ihalelere yolsuzluk gibi ahlaksızlıkların toplumun her yanında kanıksanır hale getirilmesi, Liyakatsiz insanların ya da ayak takımından kimselerin baştacı edilmeleri, ‘İtibarda israf olmaz’ diye bir felsefe geliştirilerek tarihteki en müsrif adamlara bile rahmet okutacak şekilde şatafat içerisinde yaşamaları, Hepsinden de önemlisi insanları adalet ve insafla yönetmek yerine keyfi pekçok zulmün uygulandığı; ya bizdensiniz ya da düşmansınız diyerek yüzbinlerce insanın sorgulanmaksızın hapishanelere doldurulması,

Daha saymakla bitiremeyeceğimiz nice dümenler ve dolaplar Ve en acı olan da ne biliyor musunuz?

Tüm bu kötülükler, haramlar ve insanlık dışı muameleler yapılırken her defasında Allah’ın adının ve İslam’ın değerlerinin kullanılması…

Ve tüm bunlara İslamî hassasiyeti olduğunu söyleyen (ah Hüseyin! vah Hüseyin! diye Kerbela’nın acısını dile getiren) hocalar, kanaat önderleri, tarikatler, cemaatler, sivil toplum kuruluşlarının ses çıkarmamaları, köre yatmaları ya da deve kuşu misali kafalarını toprağa gömmelerinin Kerbela’daki Kufelilerden ne farkları var ki! Bence hiçbir farkları yok.

Ayrıca bugün dünyanın dört bir yanında İslam beldeleri sadece müslümanlar oldukları için Kerbela misali zulüm altındalar. 60 küsur güya adı müslüman olan devletlerin yönetimleri Kûfeleşmiş vaziyetteler sadece zulmü seyrediyorlar. Onlardan bir kısmı da kendileri de halklarına zulmetmekteler. Dünya sevgisi ve zalimin korkusunun aldattığı milyonlarca insan, hak tarafı bildiği halde sadece seyretmekteler ve zalimlere destekçi olmaktalar. Bugün ne kadar çok ihtiyacımız var Hz. Hüseyin Efendimiz gibi Allah yolunda her şeyi göze alarak yürüyebilenlere… Şehit ve şahit olmak isteyenlere… Zalimlere karşı dik durabilenlere… Şartları değil şer’i nasları ölçü alanlara, ne kadar çok ihtiyacımız var…

Son söz olarak; Hz. Hüseyin ve Ehli Beyt sevdasından dem vuran bugünün içi başka dışı başka Müslümanı! zalimlere karşı kıyamını ne zaman göstereceksin hiç kendine sordun mu? Unutma dün zalimler nasıl kaybetti ise bugünkü zalimler de aynı şekilde kaybedecekler. Ne kadar güçlü görünseler de seleflerinin başına gelen elim son, onların da başına gelecek. Zalimler her zaman kaybetmeye mahkûmdur. ‘Zalimlerin hiçbir dostu ve yardımcısı yoktur.’ (Kur’an-ı Kerim 42/8)

Not: Yazıda siyasi bir eleştiri yapılmamaktadır. Bir müslüman olarak nerede durduğumuzun bir özeleştirisi yapılmaktadır. Yani yazıda birilerinin sevdiği veya taparcasına bağlandığı bazı kimselere veya kurumlara taşlama yapılmamaktadır. Bu sadece bir müslüman olarak özeleştirimdir. Yazıyı okumak isteyen kendini düşünerek okusun. Kimseyi taşladığımız yok vesselam.

Bu makale Dr. Celal Emanet tarafından 27 Temmuz 2023 / 10 Muharrem 1445 yılında yazılmıştır.

İslam Ümmetinde Kaybolan Bir Değer Kardeşlik

İslam Ümmetinde Kaybolan Bir Değer Kardeşlik

’Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size âyetlerini böyle açıklar.?(Âl-i İmrân, 3/103.)
Âyetin genel olarak yansıttığı manayı herhalde anlamayacak hiçbir kardeşimiz yoktur. Evet, bizler Müslüman’ız Allah’ın bize emrettiği gibi Kur’ân’a sıkı sarılmamız ve İslâm, bizleri aynı dine mensup olan insanlarla kardeş yaptığı için, onların sorunlarına da ortak olarak çareler aramamız bizlerin vazifesi olmalıdır. İslâm’da asıl olan tevhîdî değerlerdir ve tevhîd inancının bir fonksiyonu da Ümmet birliğini gerçekleştirmektir. Böyle bir birlikteliğin sağlanmasında tüm Müslümanların manevî ve ahlâkî bir devrime ihtiyaçlarının olduğu da çok net bir şekilde gözükmektedir. Bu hususta Kur’an ve Sünnet’i her konuda hayatımıza yön verip rehberlik eden düsturlar olarak algılamak gereklidir. Çünkü şahsi hayatımızdaki sorunların ve tüm İslâm âleminin içinde bulunduğu sıkıntıların çaresi orada mevcuttur. Yeter ki bizler rehbere ulaşmayı ve danışmayı bilelim.

Kur’an’da ayrıntılı bir şekilde anlatılan, İncil ve hatta Tevrat’ta da mevcut olan Hz. Âdem’le İblis arasındaki mücadelenin şekli ve tarzı bu dinlere inanan pek çok kimse tarafından bilinmesine rağmen, Hz. Âdem’le cennette başlayan ve insanoğlunun kendisinin de içinde yaşadığı dünyada şeytana karşı vermesi gereken mücadeleyi yeterince algılayabilmiş değildir. Yani insan, Hz. Âdem ile iblis arasında vuku bulan hadiselerden yeterince ders çıkardığı söylenemez. İnsanlık öteden beri bunu, tarihin idrak edemediği bir döneminde vuku bulmuş bir hikâye olarak algılamıştır. Oysa olaylar, başka bir âlemde ve başka bir koordinat sisteminde cereyan etmiş olmasına rağmen aslında anlatılanlar bizim hikâyemizdir. Hayatımızın kısa ve özlü bir serüveni olarak kutsal kitaplarda geleceğin bir fotoğrafı bize sunulmaktadır. Tüm bu anlatılanlarda, insanlığın kader alanıyla ve başlarına gelebileceklerle ilgili bir profil sunulmaktadır.
Hz. Âdem ile iblis arasında başlayan bu mücadele ve çatışma ile beraber iki değer sistemi hak-batıl, hidayet ve dalalet ortaya çıkmıştır. İnsanoğlunun iradesine sunulan ve onun takip edeceği iki yol Sırat-ı Müstakim ve şeytanın yolu, bu yolları nasıl takip edebileceği hususunda da rehber olarak bir tarafta Allah Teâlâ, Peygamberler ve Mü’minler; diğer tarafta ise şeytan ve tağut, takip ettiği kimselere bağlı olarak nihayetinde varılacak iki hedef Cennet veya Cehennem vardır. İşte bundan dolayı insanoğlu için dünya hayatında temel olarak iki kimlikten birisi söz konusudur; İman edenler-İnkâr edenler.
İnsanlığın başlangıcından bu yana bu iki yolun yolcuları arasındaki mücadele farklı şekillere bürünmüş olsa bile hiçbir zaman kesintiye uğramamış ve bundan sonra da devam edecektir. Îman edenler ümmet olmanın kıymetini anlayıp, onun gerekleri ne ise onları yerine getirdikleri zamanlarda yükselmişler ve insanlığın kurtuluş önderleri-öncüleri olmuşlardır. Ümmet olma ve buna bağlı olarak din kardeşlerinin sıkıntılarını ve dertlerini paylaşarak çözümler üretebilme yani onların dertleriyle dertlenme hassasiyeti kaybedildiğinde ise birlik-dirlik bozulmuş ve daha dünyadayken bile zelil duruma düşülmüştür.
Böyle bir kardeşlik en güzel şekilde Asr-ı Saadet döneminde yaşanmıştır. Mekke’den Medine’ye hicrette bunu çok açık bir şekilde görmekteyiz. Efendimiz (s.a.s.) kendi akrabalarının zulmünden ötürü Mekke’den Medine’ye göç eden muhacir Müslümanları, kendileri ile akraba olmayan Medine’nin yerli Müslümanları olan Ensar’ı birbirlerine vâris olabilecek bir hukukla (başlangıçta) bire bir kardeş kılmıştır. Ensar tüm malını mülkünü muhacir kardeşleriyle paylaşmıştır. Kur’ân’da onların bu davranışı açık bir şekilde övülür: ’Kendilerinden önce o yurdu (Medine’yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, kendilerine hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı da içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin ’cimri ve bencil tutkularından’ korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır.?(el-Haşr, 59/9.) İnsanoğlunun dünyaya ve onun geçici nimetlerine olan aşırı bağlılığı göz önüne alındığında Ensar’ın her şeyini aralarında kan bağı bile olmayan insanlarla paylaşabilmesi, onlardaki îmanın ne derece yüksek olduğunu göstermektedir.

Mü’minleri kardeş yapan bağ, Allah’ın gönderdiği değerleri içeren Kur’ân’dır. Kur’ân merkezli bir dayanışma, onları kardeş kılmış, her türlü ihtilafları onun hakemliğinde çözerek yeryüzünde adaleti tesis etmişler ve dağılıp parçalanmaktan kurtulmuşlardır. Kalpleri onun sayesinde birbirlerine ısınmış, aradaki soğukluk sıcak bir sevgiye dönüşmüş, böylelikle ateşe düşmekten, helak olmaktan kurtulmuşlardır. Ayrıca Efendimiz (s.a.s) de, kardeşlik kavramına her vesile ile vurgu yaparak mü’minler arasında kardeşlik duygusunu yerleştirmeye büyük özen göstermiştir. Böyle bir kardeşliğin ve dostluğun oluşmadığı toplumlar arasındaki tüm ilişkiler, yemin ve anlaşmalar bir çıkar ilişkisinden öteye geçmemektedir. Bu ahlâka sahip insanlar her fırsatta ahitlerini bozabilmekte ve karşı tarafta saydıkları kimselere kötülük etmek istemektedirler. Ayrıca onlar Müslümanlara karşı kalplerinde olan düşmanlığa rağmen dilleri ile Müslümanları hoşnut kılarak uyutmaya da çalışırlar.
Günümüzde bunun örnekleri pek çoktur. Hatırlanacağı gibi; Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra Batı, Müslüman ülkelerle daha önce yapmış olduğu anlaşmaların neredeyse tümüne muhalif bir tavır almıştır. İşte Büyük Ortadoğu Projesi adıyla yapılmış olan yemin ve sözleşme tanımamazlığın en son ve canlı kanıtıdır. Afganistan ve Irak işgalinin Müslümanların lehine olduğuna tüm dünyayı ikna edebilmek için Amerika’nın takındığı demokrat, özgürlükçü, şirin tavırların ne kadar sahte olduğu gün ışığı gibi kendini göstermektedir. Avrupa Birliği konusunda Türkiye’ye uygulananlar ve Kuzey Kıbrıs’a uygulanan çifte standart, buralar için verilen sözlerin hiçbirinin yerine getirilmemiş olması, Müslümanların Batı’ya karşı uyanıp kendisine gelmesi için yeter de artar bile. Zaten içinde bulunduğumuz yüzyılda dünyanın siyasi, ekonomik ve kültürel dengelerine bakıldığında, bu dengelere yön veren bir kaç ayrı uluslararası güç veya güç bloğu olduğu görülecektir. Bunlar;
1) Amerika Birleşik Devletleri, 2) Avrupa Birliği,
3) Uzakdoğu Ülkeleri, 4) Rusya ve Bağımsız Devletler Topluluğu üyeleri.
Dünyanın güç bloklarını oluşturan bu ülkeler arasında söz sahibi ve güçlü olan Amerika’dır. Diğer üç farklı güç bloğunda yer alan ülkeler ise, kimi zaman Amerika ile işbirliği yaparak, kimi zamansa farklı pozisyonlar alarak dünyadaki olayların gelişimine kendi çıkar ve prensipleri açısından yön vermeye çalışmaktadırlar. Bu farklı güçlerin varlığı, en son yaşanan Afganistan ve Irak krizinde açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Ayrıca son zamanlarda İran’ın nükleer alanda yaptığı çalışmaları engellemek için çeşitli zeminlerde Amerika’nın müdahale yolları araması da onun ülkeler üzerinde ne gibi bir yaptırım gücü olduğunu göstermektedir. Burada dikkat çekilmesi gereken çarpık durum vardır ki; o da dünya nüfusunun yaklaşık beşte birini oluşturan Müslümanlar, güç bloğunu oluşturan ülkeler arasında yani tablonun içinde bulunmamaktadır. Ne yazık ki; Müslümanları temsil eden, onların inançlarını, dünya görüşlerini, menfaatlerini, taleplerini ifade eden, bunları uluslararası platformlarda savunan bir merkez yoktur. İslâm Konferansı Örgütü vardır, ama onun da fonksiyonları ve etkisi çok zayıftır. Bu konferans sadece Arap ülkelerini bir araya getirdiği için İslâm Dünyası’nı temsil edememekte ve arkasında İslâm Dünyası bulunmadığı için de yeterince etkili olamamaktadır. Bu nedenledir ki, Müslümanlar şu anda dünyanın şekillenmesinde olayları yönlendiren bir konumda değildirler. Müslümanlar için, diğer güçlerin aldıkları kararlar, ürettikleri stratejiler belirleyici olmaktadır. İslâm dünyasının bölgesel, etnik veya tarihsel kimliklere değil, sadece Müslüman kimliğine dayalı olan ve dolayısıyla yeryüzündeki tüm Müslüman topluluklara hitap eden bir birliğe ihtiyacı vardır.
Geçtiğimiz iki yüzyılda Müslüman ülkelerin neden Batı karşısında geri düştüklerine bakıldığında, birbirini takip eden iki süreç göze çarpar. Bunların birisi, İslâm dünyasının askeri, bilimsel, kültürel ve ekonomik yönden Batı karşısında gerilemesi ve her bakımdan zayıflamasıdır. 19. yüzyıl bu durumun ortaya çıktığı devir olmuştur. Bunu izleyen süreç ise, Müslümanların birliğinin parçalanması, bağımsızlıklarını kaybetmeleri ve Batılı güçlerin yönetimi altına girmeleridir. Bu da, Osmanlı Devleti’nin parçalanması ile birlikte, 20. yüzyılın başında gerçekleşmiştir. Osmanlı Devletinin asırlar boyunca İslâmî bir adalet, barış ve hoşgörüyle yönettiği topraklardaki Müslüman halklar, Batılı sömürgeci devletlerin egemenliğine girmiştir. Bu devletlerin kendi çıkarlarına uygun olarak yaptıkları düzenlemeler ve Ortadoğu’ya soktukları işgalci bir güç olan İsrail, halen bu bölgede büyük bir sorun olmaya devam etmektedir.
Devletler bazında son iki yüz yıldır durum böyle iken, ya İslâm’ı fert olarak yaşaması gereken Müslümanların durumları nasıl devam etmektedir. Bu da bizlerin kendimize soracağı en önemli sorulardan birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira Müslümanca bir şahsiyet ve izzetle temsil edilemeyen İslâm’a başka şekiller verilerek, insanın heva ve hevesine uydurularak; konjonktürün belirlediği her ton ve desene göre renk verilerek bukalemunca tavırlarla kirletilmeye çalışılmıştır. Kendince başkalarına sempatik görünmek, onlar tarafından hoş görülmek, beğenilmek ve takdir edilmek adına, İslâm’dan olmadık tavizler verir konumlara düşüldü. Bazıları da bunun tam tersi konumda kendine bir yol çizerek insanları İslâm’a karşı nefret ettirir hale getirmişlerdir. Bunun en acı örneklerinden birisi, 11 Eylül’de Dünya Ticaret Merkezine düzenlenen ve daha sonra da başka ülkelerde sivilleri yok etmeye yönelik hunharca saldırılar yüzünden bu işle alakası bile olmayan ve her platformda bu olayları kınayan masum Müslümanlar ne kadar sıkıntı çekmekteler hepimiz şahit olmaktayız. O bakımdan özellikle son zamanlarda Müslüman’ım diyenlerin İslâm’a verdikleri zararı hiçbir güç vermemiştir. İslâm, bu felsefelere sahip ’Müslümanlarca’ öylesine kirletilmek istenmektedir ki; kurtuluşun yolu olarak gösterilememekte, insanlar bu gibi kimselerin ahlâkına, hayatına ve düşünsel yapılarındaki tutarsızlıklara bakarak, onlardan merkebin aslandan kaçtıkları gibi kaçmaktadırlar.
Bu duruma gelinmesinde tabi ki İslâm Dünyası’nın bir kısmındaki fakirlik, bilim ve teknik bakımdan geri kalmışlık ve hepsinden önemlisi Kur’ân’ı ve Sünnet’i maksadına uygun anlayamamış olmanın cehaleti de söz konusudur. Bundan yararlanan birtakım kimseler, sözde İslâm adına İslâm dışı eylemler yaparak, dünyanın gözünde Müslümanları zan altında bırakmaktadırlar. İslâm ahlâkına karşı olan bazı çevreler de, Müslümanların bu durumundan yararlanarak onlara karşı her türlü zulmü uygulamakta, daha büyük zulümleri de planlamaktadırlar. İslâm hayatın tümüne hâkim olan bir din olması gerektiği halde, hayatın tamamı yerine yalnızca bir parçası olmasına, devleti olmayan, siyasete karışmayan, haramlara ses çıkarmayan, günaha göz yuman, ekonomik, sosyal ve kültürel konularda her türlü kabule açık; dileyenin keyfî kararıyla dilediği şekilde uygulayabildiği, bidat ve hurafelerle dinin Allah’a ait olmaktan çıkarıldığı bir İslâm insanlara İslâm diye takdim edildiği takdirde, İslâm’ın önündeki en büyük engellerden biri de, bu gibi kimseler olmuş olmaz mı?
Toplumsal içerikli tüm bu sıkıntıları aşmanın yolu ise, ’Allah’ın emrettiği şekilde kardeşler’ olmaktır. Ancak Müslümanların kardeş olması demek, aralarında ihtilaflar, husumetler meydana gelmeyecek anlamına da gelmemektedir. Dünyanın dört bir yanında şeytanın insanlar üzerindeki tesiri dikkate alındığında onun oyunlarına alet olabilme ihtimali her zaman var olmuştur. Önemli olan şeytanın oyunlarının hangi şartlarda ve nasıl minimum seviyeye çekileceği veya etkisiz hale getirileceği hususudur. İşte bu noktada Kur’ân’ın ve Rasûlullah (s.a.s)’in tavsiyelerinin önemi bir kez daha anlaşılacaktır. Tüm Müslümanları birleştirecek ve onlara doğru yolu gösterecek bir İslâm Birliği’ne olan ihtiyaç her geçen gün kendisini daha fazla hissettirmektedir. Çünkü bugün ümmet olarak bizler her zamankinden daha fazla birlik ve beraberliği muhtacız. Ayrıntılarda boğulup bütünü gözden kaçırmamalıyız. Sahip olmamız gereken birlik ve beraberlik için geçmişte olup bitenlerin sebep olduğu kin ve nefreti bir tarafa bırakıp Allah’ın emrettiği şekilde kardeşler olmalıyız.

Bu makale Dr. Celal Emanet tarafından Özlenen Rehber dergisinin 38. sayısı (Mayıs 2006) için “Muhammed Masum” mahlası ile yazılmıştır.

×