150 Haddon Ave, Haddon Township, NJ 08108, USA

Tag: muzaffer yalçın

Ya İtaat  ya da İsyan

Ya İtaat ya da İsyan

Kainat var olduğundan bu yana akıl ve iradeden yoksun olan canlı-cansız her şey kendi lisanlarıyla Allah’ı tesbih ederek, dünyada bulunma gayelerine uygun şekilde Allah’a kulluk vazifelerini bi-hakkın yerine getirmektedirler. Bununla birlikte kendisine akıl ve irade bahşedilen insanoğlu ise yaratılanlar arasında en şerefli varlık olarak dünyaya gönderilmiştir. Şayet insan; nefs-i emmaresinin zebunu olmadan, dünyanın geçici süs ve şatafatına takılmadan yaratılış gayesi olan Allah’a kulluğuna her daim istikamet üzere devam ederse izzetli olarak gönderildiği dünyadan Allah’ın rızasını kazanma istikametinde muazzam bir yol kat etmiş olarak ayrılacaktır.

Her bir yanda günah ve isyanların kol gezdiği şu dünyadan Allah’ın rızasına kavuşup neticesinde de cennete gitmek tabi ki, biraz zordur; ama imkânsız da değildir. Zira Efendimiz (s.a.v.)’in beyan buyurduğu gibi ’Cennet nefse hoş gelmeyen şeylerle, Cehennem de nefsin hoşlandığı şeylerle kuşatılmıştır.’ Cenab-ı Hak dünyada imtihan sırrı olarak her bir günaha nefis için geçici bir lezzet koyduğu gibi, itaat ve ibadete de nefse hoş gelmeyen sıkıntı ve zorluklar koymuştur. Aslında ibadetlerde insanoğlu için başlangıçtaki bu küçük sıkıntı ve meşakkatlerin ardından ruh ve kalbi huzura kavuşturacak rahatlık vardır. Nefis, yaratılışı icabı günahlara koşarken, sıkıntılara sabretmeyi gerektiren ibadetlerden daima kaçar. Günahlar ve yasaklar, başlangıçtaki lezzetlerine karşılık, sonradan maddî-manevî pek çok ızdırap ve sıkıntıları beraberinde getirirken; iman, itaat ve ibadet ise başlangıçta çekilen küçük sıkıntılara karşılık, hem madden hem de manen rahatlık ve huzura vesile olur. İşte bundan dolayıdır ki, günahlardaki geçici lezzetler “zehirli bal” olarak ifade edilmiştir.

Ramazan, ibadet ve kulluğun lezzetini tadıp Allah’ın mağfiretini kazanma hususunda kıymete haiz bir aydı. O rahmet ayında alışılan kulluk hassasiyeti sadece bir ay içerisine hapsolmamalıdır. Bu hassasiyeti dünyada bulunduğumuz süre içerisinde her daim devam ettirebilmenin yollarını araştırmalı ve Allah’a kul olmanın o tarifi imkansız lezzetini tatmalıyız.

İşte bu bağlamda dergimizin başyazarı Muzaffer Yalçın Hocaefendinin istifademize sunduğu makalesi manevi hastalıklarımıza şifa sunmaktadır. Evet, insan ya itaat halindedir, ya da isyan halindedir; üçüncü bir hali yoktur dostlar! Hal-u ahvâlinizin hep itaat üzere olması duasıyla…

Bu makale Dr. Celal Emanet tarafından “Özlenen Rehber” dergisinin 67. sayısı (2008 Ekim) için editör yazısı olarak yazılmıştır.

Özlenen Rehber’in 6. Yılı

Özlenen Rehber’in 6. Yılı

Maddi ve teknolojik gelişmeler bakımdan bir hayli yol kat eden insanoğlunun buna bağlı olarak maddi imkânları ve refahları her geçen gün artmaktadır. Allah Teâlâ’nın bahşettiği bu nimetlere karşılık ruhlarda nimet hissi, ihsana saygı düşüncesi uyandıracağına, toplumlar daha da fazla istikametten sapıyorlar ve onların bu durumu hayatı da yaşanmaz hâle getiriyor. Toplumlar cehennem yaşıyor gibi bir hâl içindeler; bunalımlar bunalımları takip ediyor ve hayat âdeta bir buhranlar yumağı haline dönmüş vaziyette… Pek çokları kendi ahlâk ve anlayışlarını İslâm’ın mesajı gibi sunarak İslâm’ı bilmeyen veya tanımaya çalışanların da yanlış yönlenmesine sebep olmaktadırlar. Neticede iç içe boşluklar yaşanmakta koskocaman bir coğrafyada; inanç ve irfan boşluğu, iman ve marifet boşluğu, ilim ve amel boşluğu, her şeye heva ve hevesle başlayıp hezeyanla bitirme boşluğu, ruh ve mânâ köklerine yabancılaşma boşluğu.. sistemli düşünememe boşluğu, Allah’tan ve Rasûlullah’tan (s.a.v.) kopuk yaşama boşluğu, kapkaranlık bir âkıbet boşluğu, her şeyi beden ve cismâniyete bağlama boşluğu, millî ve dinî değerlere yabancılaşma boşluğu ve insanoğlunu kahreden ve perişanlığına sebep olan daha bir sürü boşluk… Bunca boşlukla insanca yaşanır mı yaşanmaz mı o ayrı dâvâ, ama bu hezeyanları sezemeyecek kadar körkütük yaşayanların da hadd ü hesabı yok…Özellikle Osmanlının dünya sahnesinden çekilmesiyle fırsatı ganimet bilen kötü niyetli insanlar bu bahtsız dünyaya yapacaklarını yaptılar; insanlara Allah’ı, ahireti unutturdular ve onları âdeta sorumsuz birer azman hâline getirdiler. Oysaki, dünya da haktı ahiret de.. hayat da haktı ölüm de.. haşir de haktı hesap da.. sual de haktı mizan da.. Cennet de haktı Cehennem de.. bugün de haktı yarın da… Bütün bu duyguları söküp attılar sinelerden. Şimdilerde, hiçbir değer tanımayan, dinden habersiz, imandan nasipsiz, alabildiğine serâzat ve çakırkeyf; helal- haram tanımayan, kanun bilmeyen, nizam tanımayan, Cehennem zakkumu gibi bir kısım asi ruhlar karşısında çoğumuz çaresizlikle kıvrım kıvrımız. Doğrusu, hâlâ derin bir körlük içinde çokları, görmüyorlar veya görmezlikten geliyorlar manevi boşluk içinde kıvranan yığınların yürekler acısı hâlini.Toplumların veya genel manada dünyanın bu kötü gidişatını düzeltebilmesinin tek yolu Allah’a karşı vazifesini yerine getirme şuuruyla gerilmiş, Efendimiz (s.a.v.)’in güzel ahlaklarıyla bezenmiş, Kur’an ve Sünnet’e azı dişleriyle sarılmış bu manada sorumluluğunun farkında olan insanlığa rehber olabilecek ilim-irfan sahibi ideal şahsiyetler yetiştirilmesiyle olacaktır. İnsanlığı, birkaç asırdan beri içinde bocalayıp durduğu ilhad, cehalet, dalâlet ve anarşi gayyalarından kurtararak, imana, irfana, istikamete ve huzura ulaştıracak gerçek rehberlere. Rahmetli üstadımız Abdullah Farukû el-Müceddidî (k.s.) Allah’a ve Rasûlü’ne itaatten yoksun, ilimsiz, amelsiz ve güzel ahlâktan yoksun toplumların hiç bir şekilde müreffeh olamayacağını çok iyi bildiğinden yaptığı sohbetlerin tamamını ilmin, amelin ve güzel ahlâkın kıymetinin anlaşılmasına tahsis etmekteydi. Etrafındaki talebelerini hem ilmen hem de ahlâken yetiştirerek kâmil birer insan olabilmeleri için tüm mesaisini onlara harcardı. Günümüz insanının ihtilafa düştüğü konular üzerine ve İslâm’ın temel değerlerinin doğru anlaşılması adına kitaplar kaleme almış, televizyon ve radyolarda programlara çıkmış ve Özlenen Fark isminde aylık dergilerle rotasını ve istikametini şaşıran insanlığa en güzel şekilde hizmet etmiştir.Efendimizin vefatının ardından onun başlattığı bu kutlu hizmet halkası aynı çizgide yine devam etmektedir. İlim ve irfan sahibi insanlar yetiştirebilmek için halkalar oluşturulmakta, Mısır’da ve çeşitli ilim yuvalarında kardeşlerimiz tahsillerine ve aylık Özlenen Rehber adıyla dergimizin yayınlanmasına devam edilmektedir. Ayrıca yakın zamanda vakfımızın özellikle tasavvuf alanında kitap çalışmaları da yayın alanına girecektir. Dergimiz Özlenen Rehber 6. Yılını bu sayısıyla tamamlamış olacak. Başta Muzaffer Yalçın Hocaefendi olmak üzere dergimize emeği geçen tüm hocalarımıza ve kardeşlerimize öncelikle teşekkür ediyor, kıymetli vakitlerini ayırıp makalelerini bizlerle paylaşan ve dergimizi takip eden tüm kardeşlerimizden Cenâb-ı Hakkın razı olmasını diliyorum.Kıymetli okuyucularımızdan istirhamım, dergimizle tanışmayan insanlara da bu ilim ve kültür hizmetinin ulaşmasını sağlamaları için biraz daha gayret etmeleri ve mesailerini ayırarak abonelerimizin artmasına vesile olmalarıdır.Siz de bu hizmetin bir yerinden tutmak istemez misiniz? İşte fırsat Rahmetli Efendimiz Abdullah Farukî el-Müceddidî’nin anlayış ve çizgisinde devam eden Özlenen Rehber dergimize sahip çıkalım, onun tanıtımı adına biraz gayret edelim. Dünyanın ve nefsânî arzularının peşinde sürüklenen insanlığın ışığa ve nura, doğru istikamete yönlendirecek rehberlere ihtiyaçlarının olduğunu unutmayalım…

Bu makale Dr. Celal Emanet tarafından “Özlenen Rehber” dergisinin 72. sayısı (2009 Mart) için editör yazısı olarak yazılmıştır

İzinden Gitmek

İzinden Gitmek

Pek çok gaflet ve dalaletin kol gezdiği dünyamızda, bugün gözlerimiz Cenâb-ı Hakk’ı takdis ve takdirle açılıp kapanıyor, gönüllerimiz O’nu zikirle ve vuslat heyecanıyla çarpıyorsa, aslında bu ulvî duygu ve düşünceleri tetikleyen Allah Rasûlü (s.a.v.) Efendimizin rehberliği sayesindedir. Bizler, zerre kadar da olsa gönüllerimizde hissettiğimiz Rabbimizi zikretme iştiyakını, Cennet’i ve ondaki ebedî saadeti, ancak Rasûlullah (s.a.v.)’in herşeyi ile vahiy kaynağı olan beyanlarından öğrendik. Onlar vasıtasıyla Rabbimizin insanoğlunu ve kâinatı yaratmasındaki hakiki muradını anlama yoluna girdik.

Efendimiz (s.a.v.), Allah Teâlâ’nın kâinata eşi-menendi bulunmayan bir lütfudur. O’nun (s.a.v.) getirdiği İslâm dini, buna bağlı olarak sünnet ve ahâkları müminlere bıraktığı emanetidir. Efendimiz’i (s.a.v.) bu şekilde idrak edip sünnetlerini ve ahlâklarını hayatlarına tatbik edenler, O’nu her zaman canlarından aziz saydılar ve ömürleri boyunca O’na karşı hep medyuniyet solukladılar ve bu kapıda gösterdikleri vefalarının karşılığını da kat kat buldular.

Rasûlullah (s.a.v.)’in beşeriyeti hususunda geçmişten günümüze kimsenin farklı bir iddiası olmamıştır. Ama nasıl ki dünya dolusu taş biraraya getirilse küçük bir elmasın kıymetine haiz olmayacaksa, Efendimiz (s.a.v.)’in de beşerî keyfiyeti bu şekilde görülmelidir. Onun vahye ve Cenâb-ı Hakk’ın taltiflerine mazhar oluşuna gelince bunu bizim lisanen anlatabilmemiz zaten imkânsızdır. Zira Cenâb-ı Hakk’ın, Rasûlullah Efendimize yüklediği misyon bütün enbiyadan çok farklı ve O’na olan teveccühleri de iltifat edalıdır. Allah (c.c.), Rasûlullah (s.a.v.) ile konuşurken özel bir üslûp kullanır ve bu üslûbuyla O’nu ta’ziz eder ve bize de edep taliminde bulunur. İşte Hakk’ın Kelâmı Kur’ân’da buna şahitlik ederek: “Nûn, Kaleme ve yazdıklarına and olsun ki, Sen Rabbinin nimetiyle serfiraz kılınmışsın ve mecnun değilsin. Kuşkusuz senin için tükenmez bir ecir vardır. Sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.” (Kalem sûresi, 68/1–4) buyrularak Rabbimizin eşsiz iltifatlarına mazhar olan ve ahlâkıyla da abideleşen bir kuldu.

O (s.a.v.), ” De ki: Ey insanlar! Eğer Allah’ı seviyorsanız, gelin bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Âl–i İmran sûresi, 2/31) yüksek mansıbının en seçkin siması; “Sana biat edenler aslında Allah’a biat etmektedirler.” (Fetih sûresi, 48/10) payesinin en parlak mazharı, “”Doğrusu Rabbin, Sana vereceklerini öyle bir verecek ki, hem O’ndan hem de verdiklerinden tam razı olacaksın.” (Duha sûresi, 93/5) fehvasınca rıza mertebesinin zirve insanı, Hak hoşnutluğunun nurefşân temsilcisi, yoldakilerin de ışık ve rehberidir. “Ey Rasûlüm! Biz seni bütün âlemlere bir rahmet vesilesi olarak gönderdik.” (Enbiya sûresi, 21/107) hakikati mazmununca O, dünyada iman ve mârifetle, ötede Cennet ve Cemalullah’la tüllenen âlemlerin sırlı anahtarı, kapısı, o kapı ötesindeki bütün mazhariyetlerin nurdan vesilesidir.

İnsanlık bu kutlu rehberi her yönüyle örnek alıp izinden gidinceye kadar hiç bir işinde muvaffak olamayacaktır. Problemlerine geçici olarak çözüm üretecektir ancak bunda kalıcı sonuçları elde etmeleri mümkün olmayacaktır.

Yeryüzünde Cenâb-ı Hakk’ın muradına uygun bir şekilde Efendimiz (s.a.v.)’in izinden gitmeye çalışan ümmetin sayısı çok değildir. Ama inandığını söyleyen herkes bu iddialarında ısrar etmektedirler. Başta Rasûlullah (s.a.v.) olmak üzere âlimlerimiz ehl-i sünnet ve’l cemaat yolunun rotasını İslâm’ın ilk yüzyılında çizmişlerdir. Kur’an, Sünnet ve Hulefa-i Raşidin’in çizgisinde olan ehl-i sünnet ulemanın gösterdiği çizgide bulunmak bu dünyadan imanlı olarak ahirete göçmemize vesile olacaktır. İnşaallah.

Son olarak Nisan ayında Kırıkkale ve Sungurlu’daki derneklerimizin düzenledikleri Kutlu Doğum Programların hazırlanmasında emeği geçen tüm kardeşlerimize, Efendimiz (s.a.v.)’e itaat ve onu anlama noktasında insanların gönül dünyalarının bir kez daha aydınlanmasına vesile olan Muzaffer Yalçın Hocaefendi’ye, ayrıca başta Abdulkadir Şehitoğlu Hocaefendi, Senai Demirci beyefendi, güzel yorumlarıyla Hasan Dursun, Sedat Uçan ve Ömer Koçer kardeşlerimize, programı hem canlı olarak hem de daha sonra izleyemeyenler için yeniden bir kaç kez yayınlayan KonTV yöneticilerine şükranlarımızı sunuyoruz.

Bu makale Dr. Celal Emanet tarafından “Özlenen Rehber” dergisinin 74. sayısı (2009 Mayıs) için editör yazısı olarak yazılmıştır

Abdullah Faruki El-Muceddidi. 10’ncu Seneye Devriyesi

Abdullah Faruki El-Muceddidi. 10’ncu Seneye Devriyesi

63 yıllık ömrünü istikamet, takvâ ve verâ dairesi içerisinde Allah’ın kullarını irşâdla ikmal eden kıymetli Efendimiz Abdullah Farûkî el-Müceddidî hazretlerinin Rabbimize kavuşmasının ardından 10 yıl geçti. Vefâtının sene-i devriyesinde ondaki manevî güzellikleri söz kalıpları içerisine sokmak ve lâfızlarla anlatmak bizim kârımız değil. Zira Allah dostlarının hallerinden ancak kendileri gibi ehlullah olanlar anlar. ’Sâlihlerden bahsetmenin rahmet nüzûlüne medâr’ olacağı hakikatinden hareketle bu ayki Özlenen Rehber dergisinin büyük bir kısmını Efendimizin hayatından kısa kesitler sunarak sizlerle paylaşmayı uygun gördük.

İnsanoğlu mahlûkatın en şereflisi olarak yaratılmış olmasına rağmen hayatı anlaması ve nasıl yaşayacağını bilmesi için istikamet sahibi rehberlere her zaman muhtaçtırlar. Zira onun yaratılışından gelen mizacı, iyiye ve kötüye meyletmek için müsaittir. İşte bu noktada Allah dostları, insanlığı içerisine düşebileceği buhran ve hezeyanlardan kurtaracak değerlerin başında gelir. Çünkü onlar, insanları sırat-ı müstakîme davet ederler ve kendileri de onun temsilcisidirler. Hem sosyal hem de toplumsal bağlamda bütün çarpıklıklar onların manevî terbiyeleriyle düzene girer.

Bizler için bir ahlâk ve sevgi mimarı olan kıymetli üstadımız hayatının her karesi insanlığı ebedi kurtuluşa götürebilecek örnekliğe sahiptir. İnsanoğlunun içinde bulunduğu anafordan kurtarmak isteyenler bu değerleri gündemde tutmalı, tavsiyelerine başvurmalıdırlar. Çünkü muasır medeniyet denilen saadet asrı medeniyeti ancak örnek insanların hayatları üzerine bina edilebilir. Bunun misalini Efendimiz (s.a.s.)’in ifadelerinden de öğrenebiliriz. Bir gün İbn Abbas (r.a.): ’Kendileriyle oturduklarımızın hangisi daha hayırlıdır, ya Rasûlallah?’ diye sorar. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.s.): ’Görüldüklerinde size Allah’ı hatırlatan, konuştuğunda ilminizi arttıran ve ameli size ahireti hatırlatan kimselerdir’ buyurur.

Allah ve Rasûlullah (s.a.s.) sevdalısı olan ehlullahın gerek yaşayış, gerek söz ve gerekse davranışlarında hadiste bahsedilen özellikleri net bir şekilde müşahede etmek mümkündür. Onların simalarını görseniz, sözlerini dinleseniz, onlarla sohbet etseniz, hareket ve davranışlarını izleseniz, hemen din, ahiret hatıra gelir, maneviyata yönelir, onları örnek alır; söz ve davranışlarınızı, ahlakınızı kontrol etme ihtiyacı hissedersiniz. Onlar insanlık için adeta bir mihenk, bir terazi gibidir. Onlar yaşayan Kur`ân’dırlar. Onlar Efendimiz (s.a.s.)’deki güzelliklerin günümüzdeki aynasıdırlar. Bundan dolayı Allah dostudurlar. Bunun için onlar gıptayla ve sevgiyle takip edilen şahsiyetler olmuşlardır.

Onlardan bazısı sanki Hz. Osman (r.a.) halimdir ve üzerlerinde Cenâb-ı Hakk’ın cemal sıfatlarının tecellisi daha fazladır. Bazı velilerde celâl sıfatlarının tecellisi daha fazla olur. Onlar da Hz. Ömer (r.a.) gibi sert gözükürler fakat adalet ve istikametten asla ayrılmazlar. Kimseyi haksız yere incitmezler, bütün dertleri İslâm’ı yaşamak ve yaşatmak, gönüllerindeki Allah ve Rasûlullah (s.a.s.) sevgisini insanlarla paylaşmaktır. Zira onların gönülleri ilâhî aşk ve feyizle doludur ve insanı Allah’a götüren salih insanların dostluğu her şeyin ötesindedir.

Mürşid-i kâmillerin Cenâb-ı Hakk’la kurdukları bağ kelimelerin izahtan aciz kalacağı bir bağdır. Yağan rahmet yağmurları nasıl ki toprağı yeşertirse, ehlullahtan sadır olan manevî güzellikler de çoraklaşan insan kalbini öyle yeşertir. İnsan onların mücella çehrelerine bakınca engin bir okyanusta yüzüyor gibi hisseder kendisini. Hikmetli sözlerinden yayılan nurlu dalgalarla birlikte gönüllerde derin bir sükûnet hali yaşanmaya başlanır. Yıldırım çaktığında nasıl ki taş parçalara ayrılıyorsa, gözleri gözlerinize değdiğinde de kalbiniz öylesine parçalara ayrılır. Çocuğunu besleyen annenin sütü gibi onların sözleri, halleri ve ahlâkları da insanın manevi hastalıklarına anında şifa sunar.

Cenab-ı Hakk’a hamdolsun bizleri o dostlarından birisiyle tanışma imkanı bahşederek Abdullah Farûkî el-Müceddidî hazretlerine hizmet etme şerefine nail kıldı. 11 Aralık 1999 şu fani dünyaya gözlerini kapayan efendimizle dünyada bedenen ayrılık mevzu bahistir. Yoksa onunla açılan Farûkî yolundaki manevi güzellikler yetiştirdiği ve halefi olarak bıraktığı Muzaffer Yalçın Hocaefendi tarafından rahmetli efendimizin bıraktığı haliyle aynı canlılıkla devam ettirilmektedir. Bu durum hem ilmi alanda yapılan çalışmalar hem de yolumuzun taliplilerinin seyr-i sülûkleri için de geçerlidir.

Efendimizle hayattayken tanışma imkanı olan kardeşlerimiz için bedenen de olsa bu kısa dünya ayrılığı gönüllerde hüzün havası estirmektedir. Ama Rabbimize niyazda bulanalım ki; bu ayrılıklar sadece dünyayla sınırlı kalsın. Cenab-ı Hak tüm kardeşlerimizi ahirette dostlarının yanında haşrettiği kullardan kılsın.

İşte şu mısralar Efendimizin ayrılığındaki hüznü ifade etme adına birçok kardeşimizin duygularına tercüman olacağı kanaatindeyim.

Hüzün çöktü yüreğime
Hasret düştü şu özüme
Aşkın düştü şu gönlüme
Yine geldi bak Aralık

Ramazanın evveliydi
Aralığın on biriydi
Farûkimin bayramıydı
Yine geldi bak ayrılık…

Bu makale Dr. Celal Emanet tarafından “Özlenen Rehber” dergisinin 82. sayısı (2010 Ocak) için editör yazısı olarak yazılmıştır.

Sizden Gelenler

Sizden Gelenler

Tarihimizde Mayıs ayının ayrı bir yeri ve önemi vardır. Zira Efendimiz (s.a.s.)’in övgüsüne mazhar olan ordu ve kumandanı ecdadımız arasından çıkarak İstanbul’un fethini gerçekleştirmiştir. Aslında böyle muazzam bir fethin oluşum ve gelişim sürecinde etkili olan pek çok amil rol oynamıştır. Onlardan en önemlisi olan; Akşemseddin Hazretlerinin(1) gözyaşı ve dua dolu yakarışlarını saymamak ve tasavvuf gerçeğinin Osmanlı Devleti üzerindeki etkilerini görmezden gelmek mümkün müdür acaba?

Tarihten günümüze tasavvufi düşüncenin veyahut halk arasındaki tabiriyle dergâh hayatının milletimiz üzerindeki tesiri çok büyüktür. Bilhassa Anadolu’nun İslâmlaşmasında en büyük amil tasavvufi düşünce olmuştur. Türklerin İslam’ı kabul edip Anadolu’yu yurt edinmeye başladığı XI. Yüzyıldan itibaren Orta Asya illerinden Anadolu’ya gelen ve ’Alperenler’ ismiyle anılan tasavvuf ehli dervişler o dönemde Anadolu insanı üzerinde gönül medeniyetinin kurulmasına öncülük etmişlerdir. Fetihlerin ilk yıllarında Anadolu’ya yönelen Ahmed Yesevî’nin talebeleri ordulardan önce halkın arasına katılmışlar, onların gönüllerini İslam’a ısındırmışlardır. Anadolu’da oluşan tekkeler ve dergâhlar Haçlı seferlerinden ve Bizans’ın baskısından bıkıp usanmış olan Diyar-ı Rum (Anadolu) halkının hem hızla müslüman olmalarına hem de fetihlerin daha rahat ve kolay yapılmasına sebep olmuştur.

İşte bu dervişlerin gönülleri fethetmesiyle Selçuklu devleti kurulmuş ve memleketin hemen her yanında tasavvufi düşüncenin müesseseleri görülmeye başlanmıştır. Hatta Selçuklu hükümdarlarından Osmanlı Sultanlarına kadar devletin başındakiler de zamanının mürşid-i kâmillerinin halka-i saadetlerine iştirak ederek onların gönüllerindeki Allah ve Rasûlullah sevgisinden istifade etmenin yollarını aramışlardır.

Evet, Tasavvuf ve Tarikat fetih demektir. Her fethin arkasında bir gönül eri vardır. Tıpkı Fatih Sultan Mehmed’in arkasında Şeyhi Akşemseddin’in, Sultan İzzettin Selçukî’nin arkasında Şeyh Necmettin Bağdadî’nin, I. Alaaddin Keykubat’ın arkasında Şeyh Şıhabüddin Sühreverdi’nin bulunması gibi… Gerek Selçuklu, gerekse Osmanlı Devleti hükümdarlarının büyük bir çoğunluğunun bir tarikata bağlı oldukları tarihi bir hakikattir. Osman Gazi’nin Âhi Şeyhi, Şeyh Edebali’nin müridi ve damadı olduğu, onun yanında savaşlara iştirak eden Geyikli Baba, Abdal Musa, Abdal Murad, Şeyh Mahmud Gazi, Âhi Şemseddin, Âhi Hasan gibi pek çok isim aslında dönemin tanınan şeyhlerindendir.

Tarihimizde birçok güzel ve faydalı iş, tasavvuf ehli tarafından yapılmış ve devletin başındaki yöneticiler bu manevî ortamda yetiştirilerek makam, servet ve şehvet bataklığına düşmekten kurtarılmış ve hayırlı işlere yönlendirilmişlerdir. Tasavvufî terbiye sayesinde toplumlar ahlâk bakımından olgunlaştırılmış, ahilik gibi tasavvufî meslek kuruluşları kurularak toplumda kardeşlik, sevgi ve saygı, kalite ve dayanışma en üst seviyede gerçekleştirilmiştir. Vakıflar kurularak birçok fakir, muhtaç insana tasavvuf erbabı tarafından yardımlar yapılmıştır.

İşte her yönüyle ve her şeyiyle bizim olan bir kültürün yetiştirdiği binlerce büyükten bir kaçını isim olarak zikrettikten sonra onların açmış oldukları güzel çığırlardan devam etmeye çalışan bizler de; Özlenen Rehber Dergisi olarak yayıncılık hayatında 7. Yılımızı tamamlamış bulunmaktayız. Bizlere bu nimeti bahşeden Rabbimize şükrediyoruz. Kıymetli zamanlarını bize tahsis ederek dergimizin düzenli olarak yayınlanmasında emeği geçen başta Muzaffer Yalçın Hocaefendi’ye ve tüm kardeşlerimize teşekkür ediyoruz.

Rasûlullah (s.a.s.)’i dünyaya teşriflerine sevinme adına; ’Sevgi ve İtaat İstikametinde Yâd-ı Rasûl Gecelerinde Buluşalım’ sloganıyla Nisan ayında Kırıkkale ve Sungurlu’da gerçekleştirilen, Mayıs ayında da Çorum’da yapılacak olan programa tüm mümin kardeşlerimizi bekliyoruz. Ayrıca Kırıkkale’deki Kutlu Doğum Gecesi Programını kesintisiz olarak bir kaç kez ekrana getiren KonTV’ye teşekkür ediyor çalışmalarında başarılar diliyoruz.

(1) (Hacı Bayram-ı Veli’nin kurucusu olduğu Bayramiye tarikatına mensup idi)

Bu makale Dr. Celal Emanet tarafından “Özlenen Rehber” dergisinin 87. sayısı (2010 Haziran) için yazılmıştır

×