150 Haddon Ave, Haddon Township, NJ 08108, USA

Makaleler

Abdurrazzâk B. Hemmâm ve El- Musannef Fi’l-Hadis ve Kitâbü’s Sünen

Abdurrazzâk B. Hemmâm ve El- Musannef Fi’l-Hadis ve Kitâbü’s Sünen

Abdurrazzâk b. Hemmâm b. Nâfi, hicri 126 yılında dünyaya gelmiştir. Künyesi Ebû Bekr’dir. Kaynaklar onu, San’a’da doğup büyüdüğü için ’es-San’ânî’ nisbesiyle, ailesinin Himyer kabilesinden olması nedeniyle ’el-Himyeri’ ve Yemen’e nisbetle de ’el-Yemânî’ şeklinde zikretmiştir. H. 211/ m. 827 yılının Şevval ayı içerisinde 85 yaşında iken vefat etmiştir.
Abdurrazzâk, âlim, hâfızu’l-kebîr, sika, sebt, râvîlerin en sağlamı gibi lafızlarla tavsif ve tevsik edilmiş, sâhibu’l-musannef ve’l-müsned, allâme, şeyhu’l-islâm ve muhaddisu’l-vakt gibi unvanlarla anılmıştır.
Abdurrazzâk, Musannef’te hem babasından hem de amcası Vehb b. Nâfî’den hadis rivayet emiştir. Bu da ailesinin hadis ehli olduğunu ve kendisinin de ehl-i hadis olan bir aile içerisinde yetiştiğini göstermektedir. O dönemde yaşayan bazı muhaddisler gibi Abdurrazzâk da hadis yolculuğuna çıkmıştır. Hicaz, Şam ve Irak gibi ilim merkezlerine seyahatlerde bulunmuştur. Bu seyahatler neticesinde Evzâî, İbn Cüreyc, Ma’mer, Muhammed b. Râşid, Süfyan es-Sevrî, Süfyan b. Uyeyne, Mâlik b. Enes gibi yaşadığı devrin büyük muhaddislerinin birçoğundan hadis dinlemiş ve almıştır. Abdurrazzâk, Yemen’e gelen İbn Cüreyc (ö.150/767) ile henüz 18 yaşındayken görüşmüştür. İlim yolculuğuna da 20 yaşında iken çıkmıştır.
Ma’mer b. Râşid’in yanında yaklaşık sekiz yıl kalıp ondan on bin kadar hadis yazdı. Fıkıh bilgisini de Evzâî, Süfyan es-Sevrî ve Ebû Hanife’den aldı. Kendisinden rivâyette bulunan muhaddisler arasında Yahya b. Maîn, Ali b. Medînî, İshak b. Râhûye, Züheyr b. Harb, Ahmed b. Hanbel gibi önemli şahsiyetler yer alır. İbrahim b. Abbâd ed-Deberî’nin naklettiğine göre Abdurrazzâk 17.000 hadisi ezbere biliyordu. Ancak bunlar Abdurrazzâk’ın merfu’ olarak bildiği hadislerdir. Hocalarından Süfyân b. Uyeyne ile Mu’temir b. Süleymân ondan birer hadis rivayet etmişlerdir. Abdurrazzâk’tan, İmam Buhârî 110, Müslim de 409 hadis eserine almıştır.
el-Musannef Fi’l-Hadîs ve Kitâbü’s-Sünen
Musannef’in ne zaman yazıldığı kesin olarak bilinmemekle birlikte onun telifi ile ilgili söylenebilecek en güvenilir bilgi, hicri II. asrın II. yarısının ortalarına doğru yazılmış olması ihtimalidir. Hadislerinin çoğu sülâsî olan el-Musannef, yani Buhârî’nin Asahhu’l-Esânîd’i olan; Malik>Nafi’>İbn Ömer isnâdıyla rivâyette bulunmuştur. Hadis kitaplarının üçüncü tabakasındandır. el-Musannef, Rasûlullah (s.a.v.)’a ait merfu rivâyetlerle birlikte, mevkûf ve maktû hadisleri de ihtiva eder. Matbu nüshadaki numaralandırmaya göre Ma’mer b. Râşid’in ’el-Câmi’i hariç rivayet sayısı 19418’dir. Ma’mer’in el-Câmi’indeki 1615 rivayet de eklenince bu sayı toplamda 21033 olmaktadır. Abdurrazzâk, Kitâbu’l-Câmi’de yer alan 1615 rivayetin 51’ni Ma’mer dışındaki farklı râvilerden rivayet etmiş, 1564’nü Ma’mer’den rivayet etmiştir.
Abdurrazzâk, Musannef’inin büyük bir kısmını, eser sahibi olan Ma’mer, Sevrî, İbn Cüreyc, İbn Uyeyne, Ebû Hanîfe, el-Evzâî, Şa’bî, Mâlik b. Enes, İbn Mübarek ve Vekî’ b. Cerrâh gibi hocalardan, müstensihlerin kendisine yazmış olduğu kitaplardan, tahammül metodunun en üstünlerinden olan arz yoluyla almıştır. Abdurrazzâk’ın Musannef’inde aynı şeyhe ait rivâyetlerin peş peşe verilmesi, hatta müteakip baba geçilse de bu şeyhe ait rivâyetlerin sevkine devam edilmesi bu rivâyetlerin yazılı bir kaynaktan alındığını göstermektedir.
Abdurrazzâk’ın yazılı kaynakları arasında yer alan Mâlik’in Muvattâ’ındaki birçok hadis, Musannef’te metin bütünlüğünü muhafaza etmiş olarak yer almaktadır. Bu da bize Abdurrazzâk’ın, yazılı kaynakları itina ile Musannef’ine yansıttığını göstermektedir. el-Musannef, kendisinden önceki bazı hadis kaynaklarını günümüze taşıması ve kendisinden sonraki hadis müelliflerine kaynaklık etmesi nedeniyle, her zaman dikkat çekmiştir. Onu değerli kılan en önemli faktörlerden birisi ulaştığı haber kaynaklarını ulaşabildiği şekliyle, süslemeden ve olduğu gibi aktarmış olmasıdır. Bu onun en belirgin özelliğidir. Ancak Abdurrazzâk bazen racul, sâhibun leh, raculün min ehli Basra, raculün min Eslem, men semia’ İkrime gibi müphem lafızlar kullandığı hocalarından, bazen de Sevrî ev gayruhu şeklindeki şek ifadeleriyle rivayette bulunmuştur.
İlk kez 1390/1970 yılında Habîburrahmân el-A’zamî’nin tahkik ve tahrîciyle el-Meclisu’l-İlmî tarafından 11 cilt halinde basılan Musannef’in 1403/1983 yılında yapılan ikinci baskısı, ayrı bir cilt halindeki fihristle birlikte 12 cilttir. İlk cildin başına iki paragraflık kısa bir ’Tenbih’ yazan A’zamî, burada bir mukaddime yazacağını belirtmiş ancak bu mukaddime yazılmamış ya da yayınlanmamıştır. A’zamî, bu kısa notunda, Abdurrazzâk’ın elde mevcut musannef nüshalarının hepsinin eksik/nakıs, sadece Türkiye’deki ’Murat Molla’ nüshasının tam/kâmil olduğunu belirtmiştir. Ancak daha sonraki zamanlarda yapılan araştırmalara göre Edirne Selimiye Kütüphanesi’ndeki nüsha da tam/kâmil nüshadır. A’zâmî bu nüshayı ya incelememiş ya da bu nüshadan haberi olmamıştır.
Abdurrazzâk üzerine yapılan daha önceki çalışmalarda, Musannef’in günümüze beş ayrı nüshasının ulaştığı belirtilmiştir. Aslında bunlar Fuad Sezgin’in GAS’da kaydettiği ve kendisinin ulaşabildiği nüshalardır. Ancak
A’zamî’nin neşrettiği matbu Musannef’te yapılan dikkatli bir taramada, Fuad Sezgin’in tespit edemediği ama A’zamî’nin ulaştığı farklı nüshaların olduğu da görülecektir. A’zamî Musannef’in Molla Murat Nüshası’nı ve 10. cilt 146. sahife ) باب ما جاء في الحرورية (’den itibaren de Feyzullah Efendi Nüshası’nı esas alarak Zahiriyye,
Dimeşk İslâmî Kütüphanesi ve Haydarâbâd nüshalarıyla da karşılaştırma yaparak tahkikini yapmış ve neşretmiştir. Matbu Musannef’te kullanılan nüshalar ile Fuad Sezgin’in kaydettiği nüshalar birleştirildiğinde Musannef’in -eksik olmakla birlikte- beş değil sekiz yazma nüshasının bulunduğu ortaya çıkmaktadır. Bu nüshalar şunlardır:
1- Murat Molla Kütüphanesi, nr: 602–606 / I-V, 746H.- 747H.
2- Millet Kütüphanesi, Feyzullah Efendi Koleksiyonu, nr: 541/I, 606H. (1-91b).
3- Topkapı Sarayı Kütüphanesi, Medine Bölümü, nr: 596.
4- Edirne Selimiye Kütüphanesi, nr: 1234, Hicri X. asır ( el-guslden sonuna kadar).
a) Rabat, el- Kettanî Kütüphanesi, nr: 259/I Hicri XIII asır (115 varak).
b) Rabat, el- Kettanî Kütüphanesi, nr: 259/ II-III (193 varak–278 varak)124.
5- Zahiriyye nüshası
6- Dimaşk İslâmî Kütüphane nüshası
7- Haydarabâd nüshası
Sonuç
İslam’ın doğru anlaşılması hiç şüphesiz Rasûlullah (s.a.v.)’in söz ve davranışlarının doğru anlaşılıp yorumlanmasına bağlıdır. Bu bağlamda Sahabe’nin şanslı bir konuma sahip olduğu kesindir. Çünkü onlar sürekli Efendimiz (s.a.v.)’le birlikte oldukları için nasların amaç ve manalarını kolayca anlayabiliyorlardı. Ayrıca Sahabîler karşılaştıkları problemleri Hz. Peygamber’in yardımıyla çözüme kavuşturuyorlardı.
Sahabe’nin ardından yaşayan nesle, genel bir tanımla, Tâbiûn denilmiştir. Tâbiûn, Hz. Peygamber’in bıraktığı mirasa dayanarak, problemlerini çözüme kavuşturacak nesillerin ilkiydi. Bu yönüyle kendisinden sonraki dönemler ve dolayısıyla günümüzle de ortak bazı özellikleri bünyesinde taşıyan bir kuşaktır. İşte o dönemde yaşayan Abdurrazzâk b. Hemmâm, Sünnet’e bağlılığını yazdığı eserler ve rivayet ettiği hadislerle ortaya koymuştur. Onun, Rasûlullah (s.a.v.)’in hadislerini nasıl anladığına dair yukarıda kısaca anlatmaya çalıştığımız Musannef’inden bir örnekle konuyu bağlamak istiyorum:
el-Musannef’de yer alan bir rivâyete göre Saîd b. el-Museyyib (ö. 94/113) sabah namazından sonra namaz kılan birini görmüş ve o kimseyi bu konuda ikaz etmiştir. Kötü bir şey yapmadığını düşünen adam, biraz da hayretle ’Allah kıldığım namazdan dolayı mı bana azap edecek?’ diye sorunca Saîd ’Hayır, ama sana Sünnet’e muhalefet ettiğinden dolayı azap eder’ demiştir.1 Görüldüğü gibi Saîd b. el-Museyyib bir adamı, kıldığı namaz nedeniyle, Sünnet’e muhalefet etmekle suçlamış ve bundan dolayı azap göreceğini de ifade etmiştir. Bu rivayetten de anlaşılacağı üzere Saîd, Sünnet kavramının kapsamını geniş tutmakta, yani Hz. Peygamber’in dışındaki bazı uygulama ya da davranışları da zaman zaman Sünnet diye nitelemektedir. O halde burada Saîd mutlak olarak kullandığı Sünnet kelimesi ile kimin sünnetini kastetmektedir? Musannef’te yer alan sonraki rivâyet buna açıklık getirmektedir. Saîd b. el-Museyyib fecrden sonra kılınan namazla ilgili Hz. Peygamber’den şöyle bir nakilde bulunmaktadır: ’(Sabah) ezandan sonra sabah namazının iki rekatından başka namaz yoktur.’2 Dolayısıyla Saîd’in buradaki Sünnet ifadesiyle, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sünnetini kastettiği anlaşılmaktadır.

Yararlanılan Kaynaklar
Abdurrazzâk, Ebû Bekr b. Hemmâm es-San’ânî, el-Musannef, tahk. Habîburrahman el-A’zamî, Beyrut, ty.
Ali Akyüz, ’Abdurrezzak es-San’ânî’, DİA, TDV yay., İstanbul 1996.
Ali Akyüz, Abdurrazzâk ibn Hemmâm ve İki Sahifesi (Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 1986.
İsmail Cerrahoğlu, Abdurrezzak ibn Hemmâm ve Tefsiri, AÜİFD., XV, ss. 98-112, Ankara 1967.
Musa Çetin, Abdurrazzâk ve Hadisçiliği (Basılmamış Doktora Tezi), Erzurum 2000.
Harald Motzki, Hicri I. Asırdaki Sahih Hadislerin Kaynağı Olarak Abdurrazzâk es- San’ânî’nin Musannef’i, trc. Bekir Kuzudişli, Hadis Tetkikleri Dergisi, 2007.
Mirza Tokpınar, ’Musannef’, DİA, TDV Yay., İstanbul 2006.

Son notlar
1 Abdurrazzâk, Ebû Bekr b. Hemmâm es-San’ânî, el-Musannef, tahk. Habîburrahman el-A’zamî, Beyrut, ty, III, 52 (4755).
2 Abdurrazzâk, III, 53 (4756).

Bu makaleyi Celal Emanet “Özlenen Rehber” dergisinin 162. Sayısı (Ocak 2018) için yazmıştır.

Müslümanlık Nerede ?

Müslümanlık Nerede ?

Müslümanlık nerde! Bizden geçmiş insanlık bile…
Âdem aldatmaksa maksad, aldanan yok, nafile!
Kaç hakiki Müslüman gördümse, hep makberdedir;
Müslümanlık, bilmem amma, galiba göklerdedir;
İstemem, dursun o payansız mefahir bir yana…
Gösterin ecdada az çok benzeyen kan bana!
Mehmet Akif ERSOY

’(Kâmil) mü’minleri, birbirlerine karşı merhametlerinde, sevgilerinde ve şefkatlerinde bir vücut misali görürsün. (O vücutta) bir uzuv hastalandığı zaman, vücudunun diğer (azalar)ı birbirlerini uykusuzluk ve ateşle onun (acısına ortak olmaya) çağırırlar.’1

İslam’ın güzellikleri kitaplardan ziyade Müslümanların davranış ve sözlerinde kendini gösterir. Hayata yansımayan değerlerin değeri fark edilmez. İman amelle ortaya çıkar. İnsanlar söz ve davranışlarına göre değerlendirilirler. İman-amel ilişkisini kelam ilmi açısından ele alacak değiliz. Ancak Kur’ân-ı Kerim’de elli küsur yerde imanla amelin birlikte zikredilmesi bunların birbirlerinden ayrılmaz değerler olduğunu göstermektedir. Amelsiz iman meyvesiz, gölgesiz ağaç gibidir. Hayata aksetmeyen inanç ve düşüncelerin fert ve toplum açısından hiçbir değeri olmaz. Müslümanlar Kur’ân-ı Kerim’e göre en hayırlı ümmettir. İslam son din, Hz. Peygamber son peygamber, Kur’an son kitaptır. Her şeyin sonu, o ana kadarki bütün güzellikleri bünyesinde toplar. Durum bu olmakla birlikte acaba gerçek de böyle midir? İslam’ın hak din olduğunda hiç şüphe yoktur. Fakat asıl problem Müslümanların bugün İslam’ı temsil problemidir. Maalesef günümüzde İslam’ı yanlış anlayan ve yorumlayan Müslümanlar üzerinden sergilenmesi dinimiz açısından olduğu kadar insanlık açısından da bir talihsizliktir. İnsanlığın problemleri azaltmak için çare ve model aradığı bir dünyada Müslümanların aranan modeli ortaya koyamamaları kendileri açısından da son derece acıdır.

Müslümanlar dünyanın dört bir yanında zulme uğramakta ve işin en kötü tarafı birbirlerini öldürecek kadar şuurlarını yitirmiş vaziyettedirler. Bu yüzden özellikle barış ve huzur içinde yaşayan diğer ülkelerdeki Müslümanların, ağır imtihanlara maruz kalan bu insanlara güçlerinin yettiği ölçüde yardım etmeleri, herhangi bir yardımda bulunamayanın da en azından dua etmesi gereklidir.

Hadiste ’Her kim genel olarak Müslümanlarla ilgilenmez (onların dertleriyle dertlenmezse) onlardan değildir.’2 buyrulduğu gibi dünyanın öteki ucundaki bir Müslüman’ın derdi, bizim derdimiz demektir. Yiyecek, içecek, giyecek, barınacak, canını, malını savunacak vesileler ve başka ihtiyaçları için Müslümanlara yardım etmek, hem vazife hem de ahiret için kazançlı bir yatırımdır. Efendimiz (s.a.v.)’in Müslümanların imdadına yetişmeyle alakalı yüzlerce hadis vardır. Onlardan birkaçını burada zikretmek istiyorum. Bu hadisler vesilesiyle belki meselenin ehemmiyetini daha iyi kavrarız.
’Müslüman, müslümanın (din) kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (tehlikede, musibette) terk etmez. Her kim (din) kardeşinin ihtiyacını görürse Allah da onun ihtiyacını yerine getirir. Her kim bir müslümandan bir keder (ve sıkıntıy)ı giderirse, Allah da ondan kıyamet gününün keder (ve sıkıntı)larından bir kederi giderir. Her kim bir müslümanı(n aybını) örterse, Allah da kıyamet günü onu(n aybını) örter.’3

’Her kim (müslüman) kardeşinin ırzını (şerefini gıyabında) müdafaa ederse Allah da kıyamet günü onun yüzünü (veya zatını cehennem) ateş(in)den muhafaza eder.’4

’Her kim bir Müslüman’ı bir münafık(ın gıybet vb. karalamasın)dan korursa Allah da kıyamet günü onun etini cehen­nem ateşinden koruyacak bir melek gönderir.’5

(Rasûlullah’a): ’Yâ Rasûlallâh! İnsanların Allah’a en sevgili olanı kimdir?’ denildi. (Rasûlullah): ’İnsanlara en faydalı olanıdır. Muhakkak ki amellerin Allah’a en sevgili olanı, mümin(in kalbin)e soktuğun sevinç (yani onu sevindirmek)tir. (Bu ise şu şekilde olur: Ya) ondan şiddetli bir sıkıntıyı giderirsin. Veya ondan yana bir borcu(nu) ödersin. Ya da ondan bir açlığı giderirsin…’ buyurdu.6

İmam-ı Rabbanî Efendimiz Mektubât’ta buyuruyor ki: ’İşte bugün, her Müslüman, elinden gelen yardımı yapmayıp, İslâmiyet baskı altına düşerse, yardımı esirgeyen her Müslüman, ahirette mesul olur. Bunun için kuvvetim olmadığı hâlde, yardıma koşmaya özeniyorum. Güçlükleri yenerek, İslâm’a ufacık bir hizmet edebilmek yolunu arıyorum. ’İyilerin çoğalmasını isteyen de, onlardan sayılır’ buyruldu. Benim halim elindeki yün yumağıyla Yusuf’un satıldığı çarşıya gelip bununla onu satın almak isteyen kocakarının hali gibidir.’7

’Ey Seyyid! Bugün İslam çok garip bir durumdadır. Bu zamanda İslâm’ın güçlenmesi için harcanan bir kuruş bile binlerce altın vermiş gibi kıymetlidir. Bu büyük nimetle şereflenenlere ne mutlu!’8

Müslümanlar olarak büyüklerimizin bu nasihatlerinden kendimize ders çıkaralım ve hadiselere onların penceresinden bakarak tahlil etmenin yollarını araştıralım. Hem de hiç vakit kaybetmeksizin. Boşa geçen her saniyenin dünyanın dört bir yanındaki Müslümanların aleyhine işlediğini unutmayalım. Zira İslâm ümmeti Osmanlı’nın yıkılışının ardından başsız kalmıştır. Bunu fırsat bilen Batılılar tüm fırsatları değerlendirmişler ve o topraklara yerleşerek tüm zenginliklere el koymayı bilmişlerdir. Gidemedikleri yerlere ise kendileri adına çalışacak başkan veya kral tayin etmişlerdir. Müslümanları beyin olarak o kadar uyuşturmuşlardır ki; günümüz Müslüman’ı bunun en güzel örneğini teşkil etmektedir. Zira bırakın bir imama, bir emîre sahip olmak, çoğumuz onun bilincinden bile mahrumuz.

Ümmet paramparça olmuş. İslâm dünyası çapında binlerce cemaat, hizip, fırka kendi başına buyruk, keyfe mâ yeşâ bildiğini okuyor. Ümmet içinde hiyerarşi diye bir şey kalmamış. Başlar ayak, ayaklar baş olmuş.

Din konusunda tartışmalar almış yürümüş. Müslümanların acınacak hallerini geçen senelerdeki Gazze savaşında açıkça gördük. Zalim İsrail’e arka çıkan, el altından onu destekleyen hain Arap rejimleri bile olmuştu. İşte o Arap rejimleri can çekişmekte ve diktatör liderleri bir bir gitmekteler ama gitmezden önce yapabilecekleri en büyük katliamları yapmaktalar.
Müslümanlar her yerde zillet, esaret altında. Suriye ve Irak’ta ölenler milyonlarla ifade edilmekte, evsiz, yurtsuz, öksüz ve yetim kalan kaç milyon insan olduğuna dair kimse bir şey bilmemektedir. Filistin, Gazze, Afganistan ve Pakistan işgal altında. Somali başta olmak üzere Afrika ülkelerinde özellikle çocuklar başta olmak üzere insanlar açlıktan ölmekteler. Maalesef Müslümanlar her yerde eziliyor, ıstıraplar içinde kıvranıyor, süründürülüyor, öldürülüyor…

Kur’an ve Sünnet’ten ayrıldıkları halde bu ayrılıklarının farkına varamayan veya varmak istemeyen Müslümanların halleri ne olacak? Halimizin fecaatini biliyor muyuz?

Dipnotlar

1. Buhârî, Edeb, 27.
2. Hâkim, el-Müstedrek Ale’s-Sahîhayn, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut 2002, Rikâk, h.no:7889, c. IV, s. 352.
3. Buhârî, Mezâlim, 3.
4. Tirmizî, el-Birru Ve’s-Sıla, 20.
5. Ebû Dâvûd, Edeb, 41.
6. İbn-i Ebi’d-Dünyâ, Kadâu’l-Havâic, Müessesetu’l-Kutubi’s-Sekâfiyye,Beyrut 1993, h.no:36, s. 40.
7. İmam-ı Rabbanî, Mektubât, c. I, s. 47.
8. İmam-ı Rabbanî, Mektubât, c. I, s. 193.

“Müslümanlık Nerede ?” Makalesi Dr. Celal Emanet “Özlenen Rehber” Dergisinin 164. Sayısında (Temmuz 2018) yayımlanmıştır.

Menhec Olarak Ehl-İ Sünnet Nedir, Ne Değildir

Menhec Olarak Ehl-İ Sünnet Nedir, Ne Değildir

İslamî ilimlerin tedvin edildiği ve mezheplerin teşekkül ettiği dönemde Rasûllullah (s.a.s.), sahabe ve tabiinden rivayet edilen sünnet ve eserlere aynen bağlı kalan alimlerin yanısıra, gelenek ve re’yi (yapılan içtihatları) kucaklayan sünnet anlayışını benimseyen alimler de olmuştur. Her iki zümre de Şia, Cehmiyye, Kaderiyye, Mürcie gibi anayoldan uzaklaşmış bulunan fırkalardan beri olduklarını ve anayolda devam ettiklerini ifade etmek için Ehl-i Sünnet adını almışlardır. İlk dönemde Rasûlullah (s.a.s.) ve sahabeden rivayet edilen anlayışları, geleneği ve uygulamayı esas alan fukahadan Ebû Hanife ve İmam Malik, Kur’an’dan sonra sadece hadise dayanan yani sünneti Rasullullah’a has kılan İmam Şafii ve Ahmed b. Hanbel olmak üzere iki gruba ayrılmıştı. (Galip Türcan, ’İbn Hazm’a Göre Ehl-i Sünnet Kavramının İçeriği,’ Milel ve Nihal, 6 (3), 2009, s. 81.)

İkinci dönemi ise Ehl-i Sünnet hareketini hadisçilerin dar anlamda sünnet anlayışını içtihatla üretilmiş̧ bilgi formatına dönüştürerek gelecek nesillere taşıyan ulema sınıfı temsil etmektedir. Bu dönem Ehl-i Sünnet ulemanın önde gelen isimleri arasında Ebû’l-Hasan el-Eş’ari ve Ebû Mansur el-Maturidî gibi kelam alimleri gelmektedir. Bunlar, meseleleri temellendirirken ve ihtilaflı konulara çözüm ararlarken muhkem ayetlerden ve mütevatir hadislerden hareket etmeye, bunları bir bütünlük içinde anlamaya, nakli ve aklı bir zorunluluk bulunmadıkça onların zahirine bağlı kalmaya özengöstermişler, nass bulunmayan konularda ise aklın temel ilkelerine müracaat ederekiçtihatlarda bulunmuşlardır. Onların kaleme aldığı kelâma dair eserler tetkik edildiğindehem yöntem hem de muhteva bakımından selef risalelerinden farklı oldukları, sözgelimimeseleler hakkında nasslara baş vurma yanında akılla da temellendirdiklerigörülür. Dolayısıyla böyle bir yöntemi kullananlara Ehl-i Sünnet denilecekse buradaki sünnettenkastın ’ulemanın içtihat ve zaman zaman icmaından oluşan bilgiler manzumesi’olduğuanlaşılmalıdır. Böylece merkezinde Kur’ân-ı Kerim, onun etrafında Rasûlullah’ın (s.a.s.) sünneti ve onun etrafında da ümmetiniçtihat ve uygulamaları bulunan zengin bir gelenek oluşmuş, bunların tümüne uyan insanlar topluluğuna da Ehl-i Sünnet adı verilmiştir.

Ehl-i Sünnet kavramı veya bu kavramın Ehlu’s-Sünne ve’l-Cemâa terkibi içinde geçen şekli İslam’ın erken dönemlerinden itibaren kullanılmaya başlanmıştır.Kavram,her iki kullanımda da dinî herhangi bir tercihin Kur’ân ve Sünnet’e yani Hz. Peygamber’in (s.a.s.) sözlü-fiilî tercihlerine, sahabenin tutumuna ve tabiûnun yaklaşımlarına ne ölçüde uygun olduğunu devamında da dinin genel tutumuna aykırı olan bid’at tercihlerden yine ne ölçüde uzak bulunduğunu dile getirmek için değerlendirilmiştir.Ehl-i Sünnet kavramı tarih boyunca bu şekli ile hemen her itikadî mezhep tarafından bir diğeri aleyhine olacak biçimde istismar edilmiş, böylece Müslüman toplum üzerindegüçlü bir algı oluşturmak için kavramın tanımlayıcı ve ayrıştırıcı niteliği her zaman öne çıkarılmıştır. Yani her itikadî yapılanma kendini Sünnet’e nispet etmiş diğer itikadî yapılanmaları da, dinin genel iddiaları ile ilgili bakışları problemli olduğu için, Ehl-i Sünnet dışında bid’at ehli sayarak cemaatten yani Sünnet’e tabi olan çoğunluk Müslümanlardan dışlamıştır. (Galip Türcan, ’İbn Hazm’a Göre Ehl-i Sünnet Kavramının İçeriği,’ Milel ve Nihal, 6 (3), 2009, s. 81.)

Kur’ân-ı Kerim farzı, vacibi, helâli, haramı belirleme açısından Allah’ın hükmü ile, Rasûlü’nün hükmünü iki temel esas kabul etmiştir. İşteEhl-i Sünnet tabiri de Kur’ân ve sahih hadislerde ifade edilen, Hz. Peygamber (s.a.s.) ve sahabesi tarafından yaşanan, uygulanan bir dinî geleneği ifade eder. Maalesef günümüzde kavramlar üzerinde öyle bir kafa karışıklığı yaşanmakta ve bu iş o kadar ayak altına düşürülmekte ki, Kur’ân tam aksini beyan etmesine rağmen Rasûlullah’ın (s.a.s.) hüküm koyma yetkisi yoktur diyen, hadisleri inkâr eden ve bize sadece Kur’ân yeter diyen sapıklar bile kendilerinin Ehl-i Sünnet olduklarını iddia etmekteler.

Şefaat yoktur,
Kabir azabı yoktur,
Kıyamet alametleri yoktur,
Miraç yoktur,
İmanın 6 şartı yoktur,
Kadere iman yoktur,
Allah detayları veya geleceği bilemez,
Hz. İsa gelmeyecektir,
Mehdi, Mesih diye bir şey yoktur

İlk insan Hz. Âdem değildi hatta onun bile babası vardı diyebilecek kadar Ehl-i Sünnet çizgisinin tamamen dışında hareket eden bu adamlar utanmadan kendilerinin Hanefi mezhebinden, itikatta Maturidi veya Eşari olduklarını söyleyebilmektedirler. Ehl-i Sünnet ulemadan hiçbir kimse tarihin bir döneminde yukarıda zikredilenleri inkâr etmedikleri gibi onlardan bazılarını imanî konular içinde değerlendirmişlerdir. Kur’ân ve Sünnet’ten delillerle bunlara iman etmenin lüzumuna değinmişlerdir.

Ben burada zikrettiklerimin her birini misallerle izah edecek değilim. Ama şunu bilelim ki Ehl-i Sünnet’in kabul ettiklerini inkâr ettikleri halde kendilerini Ehl-i Sünnet’e izafe ederek insanları yoldan saptıranlar kıyamet gününde bunun hesabını Allah’a vereceklerini unutmamalıdırlar. Neden mi?

Mesela bize sadece Kur’ân yeter diyerek Sünnet’in hüküm koyma yetkisini inkâr eden Ehl-i Bidat taifesine hem Kur’ân’dan hem de Sünnet’ten birkaç misal verelim:’Onlar, ’Allah’a ve Rasûlü’ne inandık ve itaat ettik’ derler. Bütün bunlardan sonra onların bir grubu gerisin geriye dönerler. Bunlar mümin değillerdir. Aralarında hüküm vermek için Allah’a ve Rasûlü’ne çağırıldıklarında onların bir grubu (bir bakarsın) yüz çevirirler. Fakat onları ilgilendiren bir hak [menfaat] olsa, ona itaatle [koşa koşa] gelirler. Onların kalplerinde bir hastalık mı var, yoksa şüphe içindeler mi, yahut Allah ve Rasûlü’nün kendilerine haksızlık yapacağından mı korkuyorlar? Hayır asıl zalimler onlardır. Aralarında (Peygamber’in) hüküm vermesi için Allah’a ve Rasûlü’ne çağırıldıklarında müminlerin bütün söyleyecekleri ancak ’İşittik ve itaat ettik’ demekten ibarettir. İşte felaha erenler de onlardır. Kim Allah’a ve Rasûlü’ne itaat eder ve Allah’tan korkup O’ndan sakınırsa işte asıl kazananlar bunlardır.’ (Nur 24/47-52)

’Ehl-i Kitap’tan Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Rasûlü’nün yasakladığını yasak saymayan ve hak dine uymayan kimselerle, yenilmiş olarak ve kendi elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.’ (Tevbe 9/29)
’Onlar, ellerindeki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygambere uyarlar. Peygamber onlara iyiliği emreder ve onları kötülükten meneder; yine onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar.’ (Araf 7/157)
Ebû Hüreyre’nin (r.a.) rivâyetine göre Hz. Peygamber’e (s.a.s.) bir bedevî ve hasmı gelir. Aramızda Allah’ın kitabı ile hükmet der. Hasmı da ’doğru söyledi, aramızda Allah’ın kitabı ile hükmet’ der. Hz. Peygamber, emrinde çalıştığı kişinin hanımı ile zina eden gence yüz sopa ve bir yıl sürgün cezasına hükmeder. Hükmünü açıklamadan önce ’Nefsim elinde olan Allah’a yemîn ederim ki, ben, aranızda elbette Allah’ın Kitabı ile hükmedeceğim’ buyurur. (Buhârî, Şurût, 9) Kur’ân metninde yüz sopa geçtiği halde bir yıl sürgün geçmemektedir. O halde Rasûlullah (s.a.s.) zamanında, ’Allah’ın kitabı’ denildiğinde sadece Kur’ân metni anlaşılmamaktadır. Kurân’ın metnini de kuşatan ilke, yasa, kural ve mekâsıda dayalı bir anlayış̧ olan Sünnet yani Rasûlullah’ın (s.a.s.) uygulaması da anlaşılmaktadır.

Rasûlullah (s.a.s.); ’Size emrettiklerimi yerine getirin, yasakladıklarımı da gücünüz yettiğince terk edin’ buyurmuştur. (Müslim, 412; İbn Mâce, Mukaddime, 1) Sünnete bağlılık, dinî bir zorunluluktur. Kur’an bize yeterlidir düşüncesiyle sünneti ihmal etmek, tarih boyunca bütün bid’at fırkalarının ortak özelliği olan gizli bir hıyanet şeklidir. Hz. Peygamber (s.a.s.) bu durumun ileride ortaya çıkacağını haber vererek, dinî hiçbir kaygısı olmayan bu insanlardan bizi sakındırmıştır:’Tok karınlı, koltuğuna yaslanıp size ’Kur’an yeterlidir; Kur’an neyi helâl kılmışsa onu helâl bilin, neyi haram kılmışsa onu haram bilin’ diyen adamların çıkması yakındır. Haberiniz olsun, dikkatli olun: Bana Kur’an ile birlikte (hüküm bakımından) onun bir benzeri (sünnet) de verilmiştir.’ (Ebû Dâvûd, Sünne, 6; Ahmed b. Hanbel, IV, 131)

Hasan Basrî diyor ki: ’Dikkat edin insanlar arasında öyleşerlileri var ki şu Kur’ân’ı okurlar, sünnetiyle amel etmezler.’ (Muhammed b. Vaddâh el-Kurtubî (v. 289/901), Kitâbun fîhi mâ câe fi’l-bida’, (thk. Bedr Abdullah el-Bedr), Riyâd, 1996, s. 186.)Bu ibareden açık olarak anlaşılan sünnetin ’uygulama’ olduğudur. İlk dönem âlimler de hep bu gözle bakmışlar, Kur’ân’a da metin merkezli değil, hüküm merkezli bakmışlardır.

İmrân b. Husayn (r.a.), bize Kur’an yeterlidir, sünnete gerek yoktur, diyen bir adama şöyle seslenir: ’Ahmak herif: sen Kur’ân’da öğlen namazının dört rekât olduğunu, kıraatının gizli okunacağının hükmünü bulabilir misin? Kur’ân bize çok şeyleri müphem bırakmış, sünnet onları açıklamıştır.’ Abdullah b. Mesud (r.a.); ’Allah’ın, yaradılış şeklini değiştirenlere lânet ettiğini haber verdiğinde,’ bir kadın; ’Bunlar Kur’an da var mı?’ diye sorar. Abdullah b. Mesud (r.a.) şöyle der: ’Var tabii, sen şu ayeti okumuyor musun: Rasûlullah (s.a.s.) size neyi emrederse onu yerine getiriniz neyi yasaklarsa ondan kaçınınız.’ (Haşr 59/7; Abdullah b. Zeyd, Sünnetü’r-Resûl Şakîkatu’l-Kur’ân, s. 54.)

Bazen Ehl-i sünnet âlimleri arasında da bazı görüş ayrılıkları olmuştur. Ancak hepsinin de dayandığı temel Kitap, Sünnet ve bu iki kaynağa uygun olan sarih ve sahih akıldır. Aralarındaki bazı farklı görüşler esasa taalluk etmeyen ve teferruat sayılan konularda görülmüştür. Bu ihtilâfların çoğu, lâfzîdir. Son söz olarak İmam Tahâvî, Ehl-i sünnet yolunu şu şekilde özetlemektedir: Bu din, ifratla tefritin ortası, teşbihle ta’tilin ortası, cebr ile kaderciliğin ortası, ümitsizlikle aşırı güvenin ortası, korku ile ümidin ortası bir yoldur. İşte dinimiz, zâhiren ve bâtınen budur. Tefrika görüşlerden, merdûd mezheplerden Müşebbihe, Mûtezile, Cehmiyye, Cebriyye, Kaderiyye vb. Ehl-i Sünnet’e muhalefet eden ve dalâlete sapan mezheplerin görüşleri Ehl-i sünnet âlimlerince incelenmiş ve delillere dayanan ikna edici cevaplar verilmiştir. (İmam Tahavî, (trc. M. Beşir Eryarsoy), Şerhu’l-Akîdetu’t-Tahaviyye, Guraba Yay., 586-588.)

Bu Makale Dr. Celal Emanet Tarafından “Özlenen Rehber” Dergisi için yazılmış olup Özlenen Rehber Dergisinin 171. Sayısında (Nisan 2020) yayımlanmıştır

II. Meşrutiyet Dönemi Türk Romanında Millî Kimlik – Batı Çatışması

II. Meşrutiyet Dönemi Türk Romanında Millî Kimlik – Batı Çatışması

AN AMERICAN MISSIONARY TO ISLAM: SAMUEL MARINUS ZWEMER

Abstract
Samuel Marinus Zwemer (1867–1952) was an American missionary who
became known as the “Apostle to Islam” for his strenuous, if not always
successful, evangelization efforts in Islamic countries. He attended Hope College
in Holland, Michigan, and the New Brunswick Seminary in New Jersey. In 1889 he
and a classmate founded the American Arabian Mission, which later received
sponsorship from the Reformed Church, and the next year he departed for the
Arabian Peninsula. He influenced subsequent generation of missionaries to the
Muslim world.
Zwemer never ceased to contend for the finality of Christ. Though
unusually prolific as a writer and effective in recruiting missionaries and inspiring
interest in missions, particularly in the Muslim world, Zwemer saw only a few
Muslims openly profess the Christian faith.
This article will look at his view of Islam and Its teachings. He believed
that moving away from Islam implied progress and moving toward Islam equated
regress.
Keywords: Samuel M. Zwemer, Islam, Missionary, Christianity,
Evangelism Orientalism


AMERİKALI BİR MİSYONER: SAMUEL MARINUS ZWEMER


Özet
“İslam’ın Elçisi” lakabıyla tanınan Samuel Marinus Zwemer (12 Nisan
1867 – 2 Nisan 1952) ABD asıllı misyoner ve din bilginidir. Ailesinin teşvikiyle
Hıristiyanlık dinini dönemin en iyi okullarında öğrenen Zwemer, İslam’ı da Arap
ülkelerine seyehat ederek dönemin ünlü hocalarından Arapça’yı ve diğer din
derslerini tedris etmiştir. Ona göre Müslümanları Hıristiyanlık dinine
kazandırmanın en kolay yolu İslam’ı ve müslümanları yakından tanımakla
mümkündür. Zwemer, Arapça’ya ve İslam kültürüne vakıf olduktan sonra
misyonerlik faaliyetlerinde bulunmak üzere 1890 yılından itibaren Basra ve
Bahreyn başta olmak üzere Arabistan bölgesinde hizmet etmiştir. 1913-1929 yılları

1 Dr., Garden State Islamic Center, celalemanet@gmail.com
The Journal of Academic Social Science Yıl: 2, Sayı: 1, Mart 2014, s. 225-236
Celal Emanet 226
arasında da Mısır’da faaliyetlerde bulunan Zwemer Asya’da bulunan Müslüman
ülkelere de gitmeyi ihmal etmemiştir.
Tüm hayatını insanları özellikle Müslümanları Hıristiyanlaştırmaya adayan
Zwemer 1929-1937 yıllarında ağırlıklı olarak Princeton Üniversitesinde Dinler
Tarihi ve Misyonerlik dersleri vererek geçirmiştir. Amerikan Missionary Society
(Amerikan Misyoner Cemiyeti) çatısı altında hizmet eden Zwemer’in yayınlandığı
pekçok kitabı ve makaleleri bulunmaktadır. Misyonerlik adına yayınlanan The
Moslem World’da otuz beş yıl boyunca yazarlık ve editörlük yapmıştır.
Kırk yıldan fazla İslam ülkelerini dolaşarak misyonerliğe hizmet eden
Zwemer’in aracılığıyla sadece oniki kişi Hıristıyanlık dinine geçmiştir. Onun
bıraktığı öğretiler sonraki nesillerde ve günümüzde Amerika’daki kolejlerde ve
misyoner yetiştiren okullarda yoğun ilgi görmektedir. Bu makalede Zwemer’in
hayatı, misyonerlik faaliyetleri ve İslam hakkındaki düşüncelerine dair genel
bilgiler verilmeye çalışılmaktadır. Makalenin sonunda ise Zwemer’in yayın
hayatına kazandırdığı eserlerin isimleri yayın tarihleriyle birlikte verilmektedir.
Anahtar kelimeler: Samuel M. Zwemer, İslam, Misyonerlik,
Hıristiyanlık, Evangelizm Orientalizm.
Introduction
The early confrontation of Islam and Christianity, dating from the 7th century, led to a
difficult, sometimes torturous, relationship. The expansion of the House of Islam was linked to
the cultural explosion of the Arab peoples which within a century spread over the Middle East
to India and westward across Africa and Spain to threaten Europe. Military clashes, economic
disruption and religious domination always bring pain, rancor and resentment. For centuries the
contest for lands and peoples alienated Christians and Muslims.
Christians in Europe tried to ignore Islam after the tragic failure of the Crusades.
Christians under Muslim rulers struggled from their minority communions simply to survive.
Islam varied between triumphant expansionism and defensive isolationism. From the Middle
Ages to the Protestant Reformation, there were few efforts to heal this legacy of friction. The
full implications of the life-reforming Word and Spirit working into the churches of the West at
last produced an evangelical impulse to fulfill the mission mandate of Christ, and the 19th
century saw the Protestants reach out towards the Muslim world.2
Most of the literature on Orientalist searches for focuses on European forms of
Orientalism. Comparatively little has been written about the characteristics of American
Orientalism. The latter is worth careful attention, since the United States seems obsessed with
becoming the leader in a unipolar world, and some official policy circles list Islam as a new but
qualified threat to that supposed inevitability.
17th through 19th century American writings illustrates how Europeans who invaded
North America believed that they were God’s chosen people, that the land they were colonizing
was the promised land, and that Native peoples were God-less heathen who were to be driven

2 Lyle Vander Werff, “Our Muslim Neighbors: The Contribution of Samuel M. Zwemer to Christian Mission,”
Missiology: An International Review, X/2, April 1982, p. 186.
The Journal of Academic Social Science Yıl: 2, Sayı: 1, Mart 2014, s. 225-236
227 An American Missionary to Islam: Samuel Marinus Zwemer
from their homes and burned.
3
Fuad Sha’ban points out that religiously driven settlers, Puritans
in particular, imagined parallels between themselves and the wandering tribes of Israel. These
early roots were bolstered by an emerging and increasingly strong, literal, and exclusive sense
of a relationship with their God, who had ordained pre-United States settlers to be “a light in the
West” that would shine over the rest of the world.4
In practice, manifest destiny initially meant bringing the “light” of American style
Protestant Christianity to the rest of the world. Americans saw themselves as being placed in the
“center of the world” by Providence in order to carry out a Divine mission, as a writer in the
American Theological Review put it in 1859:
Indeed, radii drawn from our eastern, western, and southern shores, reach almost all
Pagan, Mohammedan, and Papal lands, or rather most of them can be reached by nearly
direct water communication.5
The American missionary enterprise-the vanguard of manifest destiny- required
information on “barbarians,” “heathens,” “savages,” and “pagans,” and especially
“Mohammedans,” “Turks,” and “Saracens.” Beginning in the early 19th century, particularly
when manifest destiny turned cast as well as west, American writers took a strong interest in
Islam and the Prophet. In various treatises, they dwell on the Prophet (s) as an impostor and
portray Islam as a deviant Christian heresy. Some of the very few instances where this does not
apply tend to romanticize the Prophet as a hero, but these views also had at bottom the intention
to defeat Islam and convert Muslims to Christianity. An equally important goal of 19th century
religious writings on Islam, as Sha’ban notes, was to describe the alleged depravity of Islam in
order to assert the imagined purity of Christianity, a tendency inherited from Medieval
European Christianity.
Americans were also motivated in their dealings with Islam and Muslims by a complex
combination of Oriental fairy tales. Making use of a body of literature largely ignored by other
critics of Orientalism, Sha’ban takes a particular interest in Orientalism as found in popular
American literature.
Orientalism came in different shades, and its fundamental problem was not in assigning
authority to texts, but in the selective reading of these texts and the interpretive frameworks
which guided these readings. Moreover, the problem in Orientalism was not in noting cultural
differences but in essentializing them, and then proceeding to explain these assumed
differences. It should also be noted here that the use of a “historical” approach is not, by
necessity, the anti-dote to Orientalism. Zwemer claimed to use such an approach in his critique
of hadith, one of the two main scriptural sources in Islam; his historical critique, however, was
not significantly different in its conclusions from those of Ignaz Goldziher and John
Wonsborough who adopted what they called a “literary criticism” of the Islamic scriptures.6

3
Francis Jennings, The Invasion of America: Indians, Colonialism, and the Cant of Conquest, New York: Norton,
1976.
4
Fuad Sha’ban, Islam and Arabs in Early American Thought: The Roots of Orientalism in America. Durham, North
Carolina: The Acorn Press, 1991, pp. 23-26.
5
Sha’ban, Ibid, p.20.
6
John Wansborough, Qur’anic Studies: Sources and Methods of Scriptural interpretation, Amherst, NY: Prometheus
Books, 2004; and The Sectarian Milieu: Content and Composition of Islamic Salvation History,
Amherst, NY: Prometheus Books, 2006.
The Journal of Academic Social Science Yıl: 2, Sayı: 1, Mart 2014, s. 225-236
Celal Emanet 228
In the late 19th century and the first part of the 20th, the small field of Islamic studies
was mostly intertwined with Semitic or Biblical studies and with missionary activities and
interests in general. The leading experts on Islamic studies in the early twentieth century were
missionaries who, although much more sympathetic to and informed of their subject of study
than the medieval Christian polemicists, were on the whole in pursuit of similar objectives,
namely to search in Islam for a truncated versions of Christianity.
In fact, European influence in the Muslim world through colonialism in the 19th century
and even earlier provided new scholarship on Islam. In having had a firsthand encounter of the
Muslim world Missionaries were at the forefront in such ground-breaking learning. Such studies
explored the formation, philosophy and sociology of the religion.7 Hourani affirms that in the
19th century most of the students of Islam’s understanding of the religion were limited to its
scripture, its Prophet and the history of the Islamic expansion.8
Such an external outlook of
Islam as a religion would likely have brought limitation in the greater comprehension of the
religion.
Reformed and Anglican missionaries attempted to cope with a mix of factors that
frustrated even the most dedicated witnesses. Yet from these labors and lives sacrificially given
in Christ’s name, comes insight for a more mature Christian approach to Muslims. The first half
of the 20th century saw Anglican and Reformed missionary effort exemplified by Samuel M.
Zwemer.
Samuel Marinus Zwemer (April 12, 1867 – April 2, 1952)
Samuel Marinus Zwemer was born of Huguenot-Dutch American parents who were
serious about the Calvinistic traditions of the Reformed Church in America. Samuel M. Zwemer
nicknamed “The Apostle to Islam”, was an American missionary, traveler, and scholar who was
born on April 12 1867 in Vriesland, Michigan. His bright character became apparent from a
young age; by the age of five he had learned English, Dutch and French. Similar to the biblical
account of Hanna’s dedication of Samuel to God, Zwemer was dedicated as a child to the work
of mission by his mother.9
Prayer and scripture reading were an essential part of his family life.
For ministry training Zwemer joined the New Brunswick Seminary, which was part of the
Reformed Church in America and was an evangelistically minded school. At the Seminary
Zwemer came in contact with Dr John G. Lansing who was born in Syria of missionary parents
and who had a unique first-hand experience of the Muslim world and culture.10
In the 1890s Zwemer was one of many that had purposed in taking the gospel to the
Muslim world for the purpose of the ‘The Evangelization of the world in this generation.’11
After finishing his studies at the seminary and receiving his ordination, he travelled to Beirut
along with James Cantine a fellow missionary to continue advanced study in Arabic. He learned

7 Riddell, Peter G., ‘Islamic Nations and Cultures’ (ed.) Kelly Boyd, Encyclopedia of Historians and Historical
Writing London: Taylor & Francis, 1999, pp. 599-00.
8 Albert Hourani, Islam in European Thought, Cambridge: Cambridge University Press, 1991, p. 24.
9 Christy J. Wilson, Apostle to Islam, Grand Rapids: Baker Book House, 1952, p. 28; and Lewis R. Scudder III, The
Arabian Mission’s Story: In Arama of Abraham’s Other Son, Grand Rapids: Eerdmans, 1998, p. 140.
10 Samuel M. Zwemer, The Golden Milestone, New York: Fleming H. Revell Company, 1939, pp. 18-19.
11 John R. Mott, The Evangelization of the World in This Generation, New York 1900, p. 51; and Samuel M.
Zwemer, Islam: A Challenge to Faith, New York: Student Volunteer Movement for Foreign Missions, 1907, p. 222.
The Journal of Academic Social Science Yıl: 2, Sayı: 1, Mart 2014, s. 225-236
229 An American Missionary to Islam: Samuel Marinus Zwemer
it despite of its difficulty as a means of engaging Muslims in the “language of the angels”.12 He
reflected upon the difficult nature of correct pronunciation when stating that
“Some Arabic letters cannot be transliterated into English, although certain grammars
take infinite pain to accomplish the impossible. The gutturals belong to the desert and,
doubtless, were borrowed from the camel when it complained of overloading. There are
also one or two other letters which sorely try the patience of the beginner and in some
cases remain obstinate to the end. Then the student soon learns, and the sooner the
better, that Arabic is totally different hi construction from European tongues and that,
‘as far as the East is from the West…”13
He joined Lansing in Cairo for research in possible opportunity for missionary work in
the Arabian Peninsula and other Muslim lands. The detailed investigations lead them to Basrah
where the Mission was active for six years. It was here Zwemer met up with Amy Elizabeth
Wilkes. Zwemer’s short medical training and the establishment of Hospital in Bahrain is
reflective of his influence by the nineteenth-century humanitarian missionary endeavor.14
Zwemer married with Amy on May 1896 in Baghdad.15 Not long after this, Zwemer and Amy
were sent to Bahrain to pioneer and open a mission office where he shared the gospel at every
opportunity he had. This was primarily through personal evangelism and working along with
American Bible Society in scripture and tracts distribution, in which he was later joined by
Peter his brother. An unfortunate event overtook the Zwemer’s family when his younger brother
Peter died in 1898. Zwemer and Amy’s two daughters died in 1904 while in the mission field.
In 1905 he was appointed as secretary of the reformed Board of Foreign Missions and
representative spokesperson for new recruits of the Student Volunteer Movement. Zwemer more
than any other man called the Church seriously to preach the Gospel in the most difficult and
unrewarding field of all-the Moslem world. In Arabia and Egypt, as well as in travels over the
length and breadth of the Mohammedan world, he was the blazing herald of the Gospel as well
as keeping this field before the Church in Europe and America.
16
In the following years, Zwemer travelled regularly to Egypt and Persian Gulf in order to
teach at the Presbyterian Seminary. In 1929 Zwemer took the position of Professor of Missions
in Princeton Theological Seminary. This job was a great opportunity in seeing to pass his
greatest passion in life: recruiting workers for overseas mission. At the age of seventy-one he
retired from the seminary. In 1937 his wife Amy, his missionary partner and comforter passed
away unexpectedly. Having been introduced to Margaret Clarke, some years later Zwemer
remarried. One of the annual prayer conference held in Slavanka, England on June 1948 and
Zwemer wrote a letter in reflecting on his life and he said that:
“Greetings to the Saints at Siavanka:
How memory brings back the occasions when we met together, and the happy hours
spent in prayer and Christian fellowship. I am now in my 81st year and haye spent sixty
years thinking of the Moslem World and its problems t It began when I signed a card in
1886 expressing the purpose to become a foreign missionary! Little did I realize all the

12 Zwemer, The Golden Milestone, p. 34.
13 Zwemer, Ibid, pp. 35-36.
14 Zwemer, Ibid, p. 132.
15 Zwemer, Ibid, p. 115.
16 Wilson, Apostle to Islam, p. 13.
The Journal of Academic Social Science Yıl: 2, Sayı: 1, Mart 2014, s. 225-236
Celal Emanet 230
way God would lead me into Arabia and Egypt and across the world of Islam, and guide
my pen to call out others,
‘With mercy and with judgment
My web of time He wove
And aye the dews of sorrow
Were lustered by His love.’
Never have I regretted choosing a hard field and an impossible task. How much has
changed for the better, and how many doors have opened in Arabia since 1890, and in
all Asia and Africa. God’s providence has been so visible that all may see His purpose.
We must not lose faith or courage, but be earnest and steadfast and diligent until the
going down of our sun – or the rising of His Sun at His glorious appearing.”17
Zwemer was active with the Inter-Varsity Student Foreign Missions Fellowship
Convention (Toronto) from its beginning in 1946 – which finds its genesis from the Student
Volunteer Conventions, which Zwemer has contributed a great deal. Throughout his life,
Samuel would remain an advocate for missions work in the Muslim world. The year before he
died, he was scheduled to attend Urbana ‘51 as a Special Guest, but was unable to due to illness.
In April 2, 1952, Zwemer died in New York City at few days before he turned eighty-five.
Zwemer’s Understanding of Islam and Its Teachings
Islam and Christianity are the two main missionary religions in the world. From the
time of Muhammad, the Prophet of Islam, Muslims encountered Christianity from a position of
authority and strength. As Muslims conquered vast Christian territories from the seventh
century, there came moments of intellectual discussions on matters of religious truth between
Muslims and Christians. This pattern can be traced from Muhammad’s discussion with a group
of Christians from Najran in 630, to discussions between Christian clergymen and Muslim
rulers in the 9th and 10th century. Some missionaries are known for their great fruit, their many
converts, churches they started, or hospitals they helped build. Samuel Zwemer is not known for
these things. After 38 years of missions work throughout Arabia, the Persian Gulf, Egypt and
Asia Minor, Samuel had seen his efforts produce fewer than 12 conversions to Christianity.18
19th century Protestant missionaries to Muslims have greatly influenced Zwemer.
Among them are Henry Martyn, William Muir, Thomas Valpy French, and Raymond Lull. The
church must study those to whom it is sent. When Zwerner accepted the call to serve in Cairo
(1912-1928) and he made it a center for Islamics, for production of literature and for
interdenominational cooperation with Presbyterian, Anglican and independent presses. He also
taught at the Presbyterian Seminary and the Center for Oriental Studies. His editorial staff and
list of contributors included eminent Islamic scholars such as Arthur Jeffery, D. B. MacDonald,
Tor Andrae (Sweden), Alfred Neilsen (Denmark), Julius Richter (Germany), converts from
Islam such as Mikhail Mansoor, plus contacts at the famous university of Al-Azhar.19
Two stages in Zwemer’s developing understanding of Islam are observable. Early in his
career (1890-1916) he reflected the legacy of 19th century missiologists that pitted Christianity

17 Wilson, Apostle to Islam, pp. 240-241.
18 https://urbana.org/go-and-do/missionary-biographies/faithful-hero (06/10/2013)
19 Werff, “Our Muslim Neighbors: The Contribution of Samuel M. Zwemer to Christian Mission,” p. 190.
The Journal of Academic Social Science Yıl: 2, Sayı: 1, Mart 2014, s. 225-236
231 An American Missionary to Islam: Samuel Marinus Zwemer
over against non-Christian systems. The goal of “radical displacement” is seen in The
Disintegration of Islam (1915) and Mohammed or Christ (1916). Later (1916-1938) a second
approach appears which was more anthropological and Christocentric. Without compromising
his critique of Islam as a system, he wrote empathetically of the Muslim as a person seeking
after God. Islam is an attempt to solve life’s problems and includes partial truths which find
fulfillment in Christ. The hungers and aspirations expressed in Muslim devotional life can be
satisfied in Jesus.
Zwemer’s studies in popular Islam (the practices of the person on the street and in the
village), AI-Ghazali, and Sufi mysticism prompted a change in his vocabulary. Field studies
must supplement the historical-literary treatments of Islam by Western scholars if the church is
to attune its message to those it professes to love.
While appreciative of Muhammad’s effort to bring reform in Arabia and to restore
Hanifism (Abrahamic religion), Zwemer faults him for neglecting the seriousness of sin. In
many ways Muhammad neglected the new avenue opened to God by the incarnation and
reverted to a natural theology. Foreshadowing Karl Barth and Hendrik Kraemer, Zwemer
insisted God’s Word in Christ remains the unsurpassed measure of all religions. Working with
the Hadiths and traditional commentaries, he cites Islam as too deistic in its portrayal of God.20
Allah is viewed as absolute power impervious to human petition lest his eternal essence be
polluted. As a Calvinist, Zwemer respected the ideas of divine sovereignty and predestination,
but Islam lacked knowledge of God as the father whose sacrificing love touches human life.
Preparation for missionary work included the study of the religion Muslims follow,
through books and anthropological reflection. Zwemer found it foundational to separate Islam
the religion from Muslims the people. He was aware of the taboo nature of the topic of Prophet
Muhammad and the Quran for Muslims. For such a reason, he advised that
The Mohammed of tradition occupies the very highest place in their system of dogma
and ethics. He has been for thirteen centuries the cynosure of Islam, the last of Allah’s
messengers, the final and complete channel of divine revelation. His sinlessness has
become an article of orthodox belief and his power of intercession is a ray of hope for
the day of doom.
But where Moslems feel so deeply we must move with caution and speak with
sympathy… To the Moslems, everywhere, Mohammed is still the viceregent of God,
the being who existed before Adam and descended to this earthly sphere as the Light
which illumines all the prophets and even Jesus Himself! For them the Arabian Prophet
is the perfect man, the ideal of conduct, the paragon of character, the hope of
salvation.21
Zwemer’s view of Muslims, it is clear that he has adopted a ‘confrontational approach’
in his engagement with the religion of Islam believing that there is no continuity between Islam
and Christianity. Moreover, Zwemer viewed Islam as an oppressive religion especially to
women and children, not paralleled by other religious traditions. He added that the Islamic law
of divorce was a corrupting influence on children growing up in such an environment and led to

20 Samuel M. Zwemer, The Moslem Doctrine of God: An Essay on the Character and Attributes of Allah According
to the Koran and the Orthodox Tradition, New York: American Tract Society, 1905.
21 Samuel M. Zwemer, The Cross Above The Crescent, Michigan: Zondervan Publishing House, 1941, pp. 59-60.
The Journal of Academic Social Science Yıl: 2, Sayı: 1, Mart 2014, s. 225-236
Celal Emanet 232
the denigration of the sanctity of marriage. The solution, as he put it, is the gospel of Christ
which brings a transformation for those who encounter it. He said that
There is the claim of womanhood and childhood. No religion has dealt more harshly
and unjustly with them. The Mohammedan conception of women has degraded woman
as she has been degraded by no other religion of the world, and the Mohammedan
doctrine of divorce has, of course, poisoned the life of children. The great majority of
humanity is made up of women and children, and upon these Islam has borne down
with heaviest depression. Our women missionaries have seen something of the extent of
this need, and have felt the burden of these suffering women and children, but so far we
have only reached a small percentage of the population, and the call is louder than ever
for women missionaries to bring love and joy and peace into Arabian society by
bringing Christ.22
It is important to point out that, Zwemer’s made a clear distinction between Islam and
its followers; while on the one hand he rejected the religion on the other hand he welcomed and
showed warmth to Muslims.
Zwemer’s all-encompassing vision of God was the driving force of his missiology: ‘The
chief end of missions is not the salvation of men but the glory of God.’23 He sees this grand
vision as coming directly from Calvin: ‘God has created the entire world that it should be the
theater of his glory by the spread of his Gospel.’ It was this unshakable belief in the infinite
power and supremacy of God that drove Zwemer to the ‘cradle of Islam’ as a demonstration of
the ‘Glory of the Impossible’.24 His confidence of the victory of the Gospel in the Middle East
was equally unshakable. Still, this missiology of victory is fundamentally shaped by the cross:
‘Christ is a conqueror whose victories have always been won through loss and humiliation and
suffering.’25 Dr. Lyle V. Werff describes Zwemer’s missiological approach as ‘Christocentricanthropological’, that is, the Gospel message is the greatest need of the Muslim as opposed to
Western Civilization or ‘philanthropic programs of education’.26 Zwemer summarizes his
theology of mission: ‘With God’s sovereignty as basis, God’s glory as goal, and God’s will as
motive, the missionary enterprise today can face the most difficult of all missionary tasks—the
evangelization of the Moslem world.’27
As a Calvinist and one who upheld the authority of scripture Zwemer was practically in
agreement with the protestant view of world evangelism as the fulfillment of the great
commission. He believed that there was no salvation found in Islam, and that Muslims should
turn to Christianity. Zwemer by no means held a liberal theology but rather was critical of work
that denied the heart of the Christian truth such as the nature of the atonement and the divinity
of Christ. He upheld the conviction that while undertaking missionary work among Muslims
one should not shy away from such a doctrine but rather put it at the forefront of one’s

22 Zwemer, The Golden Milestone, pp. 142-143.
23 Samuel M. Zwemer, Thinking Missions with Christ, London: Marshall, Organ & Scott, 1934, p. 67.
24 Samuel M. Zwemer, ‘The Glory of the Impossible’, in Perspectives on the World Christian Movement, (4th
Edition; ed. Ralph D. Winter&Steven C. Hawthorne, 1911; Pasadena: Paternoster, 2009), p. 329.
25 Samuel M. Zwemer, ‘A Call to Prayer’ in Islam and the Cross (ed. Roger S. Greenway; 1923; Phillipsburg: P&R,
2002), p. 144.
26 Lyle Vander Werff, Christian Mission to Muslims: The Record, South Pasadena, Calif.: William Carey Library,
1977, pp. 235, 236, 243, 249; and Samuel M. Zwemer, ‘Our Evangel and Islam’, The Moslem World, 26/2 (1936), p.
112.
27 Samuel M. Zwemer, ‘Calvinism and the Missionary Enterprise’, Theology Today, 7:2 (1950), p. 214.
The Journal of Academic Social Science Yıl: 2, Sayı: 1, Mart 2014, s. 225-236
233 An American Missionary to Islam: Samuel Marinus Zwemer
proclamation of the gospel. It is on such basis Zwemer warns of the error to those not grounded
in an in-depth understanding of Christian truth, since they could easily mistake Islam as a
simple deviation as Muslim searchers of the truth. His outlook towards Muslims is reflected by
George Fry who asserts that despite the resistance of Muslims to missionary work, such an
endeavor should be carried out since only through faith in Christ’s atoning work could they
obtain salvation to eternal life.28
Conclusion
Zwemer is concerning what missionaries are called to do: His goal is to provide the
reader with an overview of these developments and deliver a fresh, biblical reframing of our
understanding of mission. He thematically take up the central questions of mission and examine
them from a biblical, historical, and contemporary perspective, taking into account current
developments at both the local and the global levels. He held such a view in a context where
humanitarian work played a vital part in 19th century mission work and believed that the
preaching of the gospel and social transformation were united.29 In light of the fact that
missionaries voyaged on the same ships as used by explorers, civil servants and solders, their
overall aim was different.
We have seen that Zwemer’s view of Islam was in general similar to his contemporary
missionaries. However, contrary to the status quo Zwemer warned that the only route Muslims
would follow is not limited to a progressive route but rather a radical one. On the one hand, at
the heart of Christian mission to Muslims lies the conversion to Christianity. On the other hand,
radical Muslims aimed to implement the death penalty for those who leave Islam. Hence, he
warned the church of such a perpetual danger. As a result, Zwemer found missionary work in
the Muslim world a difficult undertaking. He viewed the main cause for such challenge to be
Islamic law, which sanctioned the death sentence to Muslim converts. Zwemer came across
such problems earlier in his work in Arabia. Zwemer lived and breathed ‘mission’ as is
evidenced in his life commitment to Muslim evangelism. His pietist upbringing and
conservative seminary training had been a significant factor in shaping his views regarding nonChristian religions. Zwemer’s view of Islam and his missionary undertakings to Muslims had
been moulded greatly by missionaries, Orientalists and Islamic scholars.
Books by Samuel Zwemer
His prolific pen produced at a steady pace out of the conviction that the printed pages
were “leaves for the healing of the nations.” For 36 years he edited The Moslem World to which
he personally contributed over a hundred articles based on his field experience and research. It
remains an encyclopedia of cultural anthropology. In addition, his prodigious output included
over 50 books in: English, six in Arabic, 24 tracts for Muslims, numerous surveys and works
coauthored with others.30 His most scholarly efforts treat historical and popular Islam. Zwemer
sought to understand the cultural phenomena which would make for more effective transmission
of the gospel.
Arabia: The Cradle of Islam. New York: Fleming H. Revell, 1900.

28 John Mark Terry, A Suggested Approach to Sunni Muslims, Paper presented at the Southeastern Regional [ETS
meeting], Charlotte, NC, March 10-11, 1995, p. 3.
29 Craig Ott and Stephen J. Strauss with Timothy C. Tennent, Encountering Theology of Mission: Biblical
Foundations, Historical Developments, and Contemporary Issues, Michigan: Baker Publishing Group, 2010, p.vii.
30 Werff, Christian Mission to Muslims: The Record, pp. 291-295.
The Journal of Academic Social Science Yıl: 2, Sayı: 1, Mart 2014, s. 225-236
Celal Emanet 234
Raymond Lull: First Missionary to the Moslems. New York: Funk and Wagnalls, 1902.
The Moslem Doctrine of God. New York: American Tract Society, 1905.
The Mohammedan World Today. New York: Young Peoples Missionary Movement,
1906.
Islam, a Challenge to Faith. New York: Student Volunteer Movement, 1907.
The Moslem World. 37 vols. (1911-47), a quarterly scholarly periodical edited.
The Moslem Christ. London: Oliphant, Anderson, & Ferrier, 1912.
Mohammed or Christ. London: Seeley Service and Company, 1915.
Childhood in the Moslem World. New York: Fleming H. Revell, 1915.
The Disintegration of Islam New York: Fleming H. Revell, 1916.
The Influence of Animism on Islam. New York: Macmillan, 1921.
A Moslem Seeker after God (Life of Al-Ghazali). New York: Fleming H. Revell, 1921.
The Law of Apostasy in Islam. London: Marshall Brothers, 1923.
The Glory of the Cross. London: Marshall Brothers, 1928.
Across the World of Islam. New York: Fleming H. Revell, 1929.
Thinking Missions with Christ. Grand Rapids, Mich.: Zondervan, 1934.
The Origin of Religion. Nashville, Tenn.: Cokesbury Press, 1935.
Studies in Popular Islam. New York: Macmillan, 1939.
Dynamic Christianity and the World Today. London: Inter-Varsity Fellowship of
Evangelical Unions, 1939.
The Art of Listening to God. Grand Rapids, Mich.: Zondervan, 1940.
The Cross above the Crescent. Grand Rapids, Mich.: Zondervan, 1941.
Into All the World. Grand Rapids, Mich.: Zondervan, 1943.
Evangelism Today. New York: Fleming H. Revell, 1944.
Heirs of the Prophets. Chicago: Moody Press, 1946.
A Factual Survey of the Moslem World. New York: Fleming H. Revell, 1946.
The Glory of the Empty Tomb. New York: Fleming H. Revell, 1947.
How Rich the Harvest. New York: Fleming H. Revell, 1948.
Sons of Adam. Grand Rapids, Mich.: Baker, 1951.
The Journal of Academic Social Science Yıl: 2, Sayı: 1, Mart 2014, s. 225-236
235 An American Missionary to Islam: Samuel Marinus Zwemer
BIBLIOGRAPHY
HOURANİ, Albert, Islam in European Thought, Cambridge: Cambridge University
Press, 1991.
JENNINGS, Francis, The Invasion of America: Indians, Colonialism, and the Cant of
Conquest, New York: Norton, 1976.
MOTT, John R., The Evangelization of the World in This Generation, New York 1900.
OTT, Craig and Stephen J. Strauss with Timothy C. Tennent, Encountering Theology
of Mission: Biblical Foundations, Historical Developments, and
Contemporary Issues, Michigan: Baker Publishing Group, 2010.
RIDDELL, Peter G., ‘Islamic Nations and Cultures’ (ed.) Kelly Boyd, Encyclopedia of
Historians and Historical Writing London: Taylor & Francis, 1999.
SCUDDER III, Lewis R., The Arabian Mission’s Story: In Arama of Abraham’s Other
Son, Grand Rapids: Eerdmans, 1998.
Sha’ban, Fuad, Islam and Arabs in Early American Thought: The Roots of Orientalism
in America. Durham, North Carolina: The Acorn Press, 1991.
TERRY, John Mark, A suggested Approach to Sunni Muslims, Paper presented at the
Southeastern Regional [ETS meeting], Charlotte, NC, March 10-11, 1995.
WANSBOROUGH, John, Qur’anic Studies: Sources and Methods of Scriptural
interpretation, Amherst, NY: Prometheus Books, 2004.
—————-, The Sectarian Milieu: Content and Composition of Islamic Salvation
History, AMHERST, NY: Prometheus Books, 2006.
WERFF, Lyle Vander, Christian Mission to Muslims: The Record, South Pasadena,
Calif.: William Carey Library, 1977.
—————-, “Our Muslim Neighbors: The Contribution of Samuel M. Zwemer to
Christian MISSION,” Missiology: An International Review, X/2, April 1982.
WILSON, Christy J., The Apostle to Islam, Grand Rapids: Baker Book House, 1952.
ZWEMER, Samuel M., The Moslem Doctrine of God: An Essay on the Character and
Attributes of Allah According to the Koran and the Orthodox Tradition., New
York: American Tract Society, 1905.
—————-, Islam: A Challenge to Faith, New York: Student Volunteer Movement
for Foreign Missions, 1907.
—————-, Thinking Missions with Christ, London: Marshall, Organ & Scott, 1934.
—————-, ‘Our Evangel and Islam’, The Moslem World, 1936.
—————-, The Golden Milestone, New York: Fleming H. Revell Company, 1939.
—————-,The Cross Above The Crescent, Michigan: Zondervan Publishing House,
1941.
—————-, ‘Calvinism and the Missionary Enterprise’, Theology Today, 7:2, 1950.
The Journal of Academic Social Science Yıl: 2, Sayı: 1, Mart 2014, s. 225-236
Celal Emanet 236
—————-, ‘A Call to Prayer’ in Islam and the Cross (ed. Roger S. Greenway;
1923; Phillipsburg: P&R, 2002).
—————-, ‘The Glory of the Impossible’, in Perspectives on the World Christian
Movement. (4th Edition; ed. Ralph D. Winter&Steven C. Hawthorne, 1911;
Pasadena: Paternoster, 2009).

×