Aslında Tasavvuf Öğretisi Nedir ? – 4

Muhyiddîn Ebû Muhammed Abdülkadir b. Ebî Sâlih Mûsâ Zengîdost el-Geylânî (ö. 561/1165-66). Kâdiriyye tarikatının kurucusudur.

Dinî ve Tasavvufî Düşünceleri

Abdülkadir-i Geylânî Hazretleri’nin tasavvuf anlayışı, şeriata ve dinin zâhirî hükümlerine titizlikle bağlı kalma esasına dayanır. O, her an Kur’an ve hadislere uygun hareket etmeyi şart koşar. Ona göre bir zâhidin hayatında görülebilecek derunî haller dinî ölçülerin dışına taşmamalıdır. Müridlerine, “Tabi olun bidat yoluna sapmayın; itaat edin, muhalefet etmeyin, sabredin; sızlanmayın, günahtan temizlenin, kirlenmeyin, zikir halkasına toplanın ve Mevla’nızın kapısından ayrılmayın” şeklinde tavsiyelerde bulunurdu. Kur’an’ın telhin ve teganni ile değil, tertîl ve tecvid üzere okunmasını ister, aksine hareket etmeyi yasaklardı.

Abdülkadir-i Geylânî, Bağdat’a gittiği zaman mensup olduğu Şâfiî mezhebini bırakarak mizacına daha uygun gelen Hanbelî mezhebine girmiş, bununla birlikte hayatının sonuna kadar her iki mezhebe göre fetva vermiştir. Yaşadığı dönemde Hanbelîler’in imamı olmuş ve bundan dolayı kendisine “Muhyiddin” (dini ihya eden) unvanı verilmiştir. Abdülkadir-i Geylânî Hanbelî mezhebine sarsılmaz bir şekilde bağlıdır. Bütün eserlerinde, özellikle el-Gunye’de bu mezhebe bağlılığı açıkça görülür. O, amel ve itikatta Ahmed b. Hanbel’i hararetli bir şekilde savunur. Abdülkadir Geylani Hazretlerinin Hanbelî mezhebine bağlı olması, başta İbn Teymiyye olmak üzere pek çok tasavvuf tenkitçisinin takdirini kazanmasına sebep olmuştur. İbn Teymiyye, onun Cüneyd-i Bağdâdî ve Haris el-Muhâsibî gibi şer‘î hükümlere hassasiyetle bağlı, büyük ve saygı değer bir şeyh olduğunu söyler; hatta İbn Akil’in hücumuna uğrayan şeyhi Debbâs’ı da savunur. Kerametlerinin doğruluğuna inanır, hatta bunların tevatürle sabit olduğunu söyler. İzzeddin b. Abdüsselâm da bu konuda aynı fikirdedir. Meşhur Hanbelî âlimi İbn Kudâme 1166’da Bağdat’a geldiği zaman Abdülkadir-i Geylânî ile görüşerek ona hayran olmuş, meziyetlerini öve öve bitirememiştir. İmam Nevevî, Suyûtî ve İbn Hacer gibi âlimler de onu takdir edenlerdendir. İbn Arabî tarafından da “kutub” ve “insan-ı kamil” olarak tavsif edilmiştir.

Cihad ve Mücadele Ruhu

Abdülkadir-i Geylânî, İslamî hilafetin, ruhunu ve peygamberlik emanetini yitirdiği, saltanat haline getirildiği bir dönemde o makamın yapması gereken işleri diğer Rabbanî alimler gibi bir vazife olarak kabullendi. Davet ve sohbetleriyle insanlar, İslamî ahidlerini yenilediler. İslam’ı atadan kalma bir miras gibi âdet yerini bulsun diye kabullenenler şuurlandılar. Onun ders halkalarındaki talim ve terbiyelerle İslam’ın tadını, imanın lezzetini herkes tattı. İnsanları nefsanî arzuların kölesi ve başkalarına kul olmaktan kurtardı.

Abdülkadir-i Geylanî Hazretleri’nin 91 yıllık hayatının yetmiş üç yılı Bağdat’da geçti. Bu dönemde Abbasi halifelerinden beş tanesinin hilafetine şahit oldu. Bütün ömrünü halkı irşadla tüketti. Hak uğrunda kuvvetli bir mücadele verdi. Her daim şirk ve bid’atlerle şavaştı. Cehalet kaynaklı cahiliye adetleri ve nifakla mücadele etti. Halife ve idarecilerin yanlışlarına hiçbir zaman göz yummaz, onları tenkid etmekten geri kalmazdı. Onun hayatından sadece bir misal vererek konuyu bağlamak istiyorum. (HİÇ ÜMİDİM YOK AMA) belki bu örnekten hareketle kendilerini Kadiri ve benzeri tarikatlara nisbet ettikleri halde mevcut batıl sistemlerin demokrasi, laiklik ve parlemantonun taşeronluğunu yapanlar bir ders çıkarırlar:

Halife Muktezi Li-emrillah, Ebû’l-Vefa’nın yerine İbn Muzhim el-Mezâlim diye meşhur olan Yahya b. Said b. Yahya b. el-Muzaffer’i kadı tayin edince Abdülkadir-i Geylanî Hazretleri halifenin de hazır olduğu bir mecliste minbere çıkarak şunları söyledi: “Müslümanların başına zalimlerin en büyüğünü kadı olarak tayin eden sen, yarın merhametlilerin en merhametlisi önünde nasıl hesap vereceksin” Bunun üzerine halife titreyip ağlamaya başladı ve o an yeni tayin ettiği kadıyı vazifesinden aldı. Sultanların peşinden ayrılmayan onlara yaltaklanmak suretiyle zulümlerine ortak olan resmî ulemanın durumlarına şiddetle karşı çıkarak onlara şöyle diyordu: “Siz neredesiniz gerçek alimler nerede! Ey ilim ve amel hainleri! Ey Allah ve Rasûlü’nün düşmanları! Ey Allah kullarının yol kesicileri! Siz açıkça zulüm ve nifak içerisindesiniz. Bu nifak ne zamana kadar devam edecek. Ey alim ve zahid geçinenler! İdareciler ve sultanlardan dünya metaını zevk ve lezzetini alıncaya kadar mı onlara münafıklık yapacaksınız. Siz ve asrımızın birçok idarecileri, Allah’ın malında ve kullarına verdiği nimetlerde ihanet içerisindesiniz… Ey Allahım! Ya münafıkların şehvetini kır onları ıslah eyle veya yer yüzünü onlardan temizle…”

Menfaatleri veya korktukları için çevresindeki her türlü zulme, adaletsizliğe, yolsuzluk ve ahlaksızlıklara karşı Görmedim, duymadım, söylemedim formunda üç maymunu oynayan başta (satılmış) alim taifesi ve onların takipçileri gurur duyup anlattıkları Abdülkadir-i Geylanî başta olmak üzere büyüklerimizin hayatlarından ders çıkartabilmeleri duasıyla…

Unutmayalım ki, ilk dönem sufiye taifesi insanları kendilerine değil, Allah’a davet etmekteydiler ve onların yalnızca Allah’a kul olabilmeleri için rehberlik yapıyorlardı.

YAZIMIZ DEVAM EDECEKTİR…

NOT: Erken dönemde ulema ve sufiye tabakası tasavvufu nasıl tanımlayıp anladığına dair kısa bir yazı dizisi yazmamdaki en önemli sebeb günümüzde bu yolların sahtekarlarının her geçen artması ve Müslümanların duygularını suiistimal etmeleridir. Bu yollara müracaat eden kardeşlerim yazı dizisinde anlatılanları okudukları takdirde en azından mensubu oldukları tarikatların hak üzere mi yoksa batıl üzere mi olduğuna dair bir fikir edineceklerini düşünüyorum. Amacım birilerini iğnelemek veya kurdukları düzenlerine çomak sokmak değildir.

Yorum Yap

×