Aslında Tasavvuf Öğretisi Nedir ?

Erken Dönem İslam Dünyasında Nasıl Tanınmaktaydı ?

Günümüzde Tasavvufun Ne Olmadığını Anlamak İsteyenlere Okunası Bir Yazı Dizisi

Hamd âlemlerin Rabbi, Rahman ve Rahim olan Allah Tealâ hazretlerine, salât u selâm da kitap ve hikmetle gönderilen Muhammed Mustafa (sav) Efendimize onun kutlu ailesine ve seçkin ashabına olsun.

“Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım” kavlince insanoğlunun yaratıış gayesi yaratanına karşı kulluk vazifesini bihakkın yerine getrimesidir. Yapılacak ibadetler, ibadet edilenin bilinmesine bağlı olduğu için tasavvuf ehli bu ayetteki “ibadet etsinler” ibaresini, “tanısınlar, bilsinler” şeklinde anlamayı tercih etmişlerdir. İbadet veya kulluk her şeyimizle Cenab-ı Hakk’ın mülkünde bulunmamızın şuuru içinde tam bir teslimiyeti ve itaati gerektiriyor. Nefsin, şeytanın, dünyanın bütün aldatıcılığına rağmen Allah Tealâ’dan gafil olmamakla, O’nun her yerde hâzır ve nâzır olduğunu bilmekle ulaşılabiliyor bu mertebeye. Bu sebeple büyükler, “Allah’ı Rabb olarak göremeyen, hakkıyla kul olamaz” sözüyle bu durumu veciz bir şekilde ifade etmişlerdir.

Ne zaman sona ereceğini bilemediğimiz şu dünya yolculuğunda sırat-ı müstakim üzere olmak, Allah Tealâ’yı bilmeye, her an O’nun zikrinde bulunmaya bunun gerçekleşmesi için de Rasûlullah (s.a.s.) Efendimizin sünnetlerini adım adım takip etmeye bağlı. Bu şekilde yaşamak tabi ki kolay değil, çünkü bu durum insanoğlu için bir imtihan aynı zamanda. Nefsin hevasına kapılmak var, şeytanın adımlarına uymak var, masivaya takılmak var, unutmak var, şaşırmak var. Yoldaki tehlikelerden sağ sağlim kurtulabilmek ancak yol bilenlerin rehberliğinde olacaktır. Bundan dolayı Kur’an ve Sünnet’in ışığında insanlara yol gösteren mürşid-i kâmilleri, peygamberlerin vârisi alimleri, Allah dostlarını bulmak elzemdir.

Tasavvuf nedir, nasıl tanımlanır?

Tasavvuf, Arapça’da yün giymek, saf olmak, ilk safta bulunmak, suffa ashabı gibi yaşamak anlamına gelen bir kelimedir. Kelâbâzî (ö. 380/990), sûfîlere ait adlandırmaların hepsinin suffa ehlinin hâlleri olduğu söyler. Onlar da garib, fakir ve muhacir idiler. Mal ve memleketlerini terke mecbur edilmişlerdi. Açlıktan yerlerde sürünürlerdi. Onları gören bedeviler, kendilerini deli sanırdı. Yün elbise giyinirlerdi. Terledikleri zaman elbiselerinden, yağmur altında kalan koyunlardan çıkan koku gibi bir koku çıkardı.

Tasavvuf ruh, nefis, manevi makamlar ve halerle ilgili olduğu için; aşk, sevgi, istiğfar, nefret, kin ve benzeri duygular da tasavvufun konusu olarak görülmektedir. Tasavvuf bir kalp ilmidir. Sûfilere bu yüzden gönül ehli denilmiştir. Tasavvufi düşünce Allah korkusu ve Allah sevgisi temeline dayanır. Allah korkusu, Kurân-ı Kerîm ve hadîs-i şeriflerde üzerinde çokça durulan bir konudur. Günah işleyenlerin ve başkalarına haksızlık edenlerin Allah’ın gazabından korkmaları gerekmektedir. Kişi insanlardan değil, Allah’tan korkarak günah işlememeli, kötülük ve haksızlık etmemelidir. Gizli-açık işlenen her kötülüğü bilen Allah Teâlâ‟nın işlenen kötülükleri cezasız bırakmayacağına, er veya geç bunun hesabını soracağına inanmalı, dinin emirlerine uyup yasaklarından kaçınırken Allah’tan başka hiçbir kimseden korkmamalıdır.

Toplum hayatında etkili olan tasavvuf ne demektir, ne anlama gelmektedir?

Tasavvuf hakkında Kitap ve Sünnet’e dayalı pek çok deliller de getirilerek, “zühddür, güzel ahlâktır, kalp temizliğidir, nefis ile mücadeledir, Kitap ve Sünnet’e sarılmaktır, edebe riayet etmektir, Allah’a teslim olmaktır, kulluktur vb.” tanımlar yapılmıştır. Geçen ifadelerden de anlaşılacağı üzere tasavvuf, “Peygamberimiz (sav)’in şahsında temeli kulluğa dayanan bir yol” olarak ortaya çıkmıştır. Tasavvuf kelimesinin hangi kökten geldiği konusunda olduğu gibi, tasavvufun tarifi konusunda da belli bir görüş birliği yoktur. Tasavvufi yaşantının kişiye özel oluşu sebebiyle şahsi tecrübe ve tespitlerin çok fazla olduğu farklı alanlardır. Her mutasavvıf, tasavvufu yaşadığı manevî tecrübelere ve bulunduğu makamlara göre tanımlamaktadır.

Şimdi bazı mutasavvıfların tasavvufu nasıl tanımladıklarına bakalım:

Ebû Huseyn en-Nûrî (öl. 295/907): “Tasavvuf hürriyettir. (Yani mâsivadan kurtulmak, madde sevgisini terk etmek, maddî bir değere karşı hür olmaktır.) Cömertliktir. (Can dâhil her şeyi ortaya koymak ve kardeşlerini kendine tercih etmek, iyilikte bulunmak, başkalarına sıkıntı vermekten kurtulmaktır.) Şekil değil, ahlâktır.”

Cüneyd-i Bağdâdî (öl. 297/909): “Tasavvuf, bütün Müslümanlara halis nasihat, kullukta ihlâslı olmak, dinde Hz. Rasûlullah’a (sav) uymaktır. Tasavvuf, barışı olmayan bir savaştır.”

Mimşâd Dineverî (öl. 299/911): “Tasavvuf, sırların saflaşmasıdır ve Allah’ın razı olacağı ölçüde amelde bulunmaktır.”

Ebû Bekr Kattânî (öl. 322/934): “Tasavvuf, ahlâktır. Bir tasfiye ameliyesidir, temizliktir. Kovsalar bile sevgilinin kapısından ayrılmamaktır. Kim ahlâkî açıdan senden üstünse; o, durulukta da senden üstündür.”

Ebû Saîd b. Ebi’l-Hayr (öl. 340/951): “Tasavvuf, gönülde olan her şeyi boşaltmak, mâsivâdan ayrılmak, elinde olan her şeyle ilgili olarak cömert davranmak, başına gelen şeyler hakkında sabırlı olmaktır.”

Semnûn el-Muhîb (öl. 320/932): “Tasavvuf, senin bir şeye sahip olmaman, bir şeyin de sana sahip olmamasıdır.”

Amr b. Osman el-Mekkî (öl. 291/903): “Tasavvuf, kulun her vakitte o vakte uygun düşen ameliyelerde bulunmasıdır. (Yani zamanı iyi değerlendirmektir. Bu anlamda sûfîlere ibnu’l-vakt (vaktin oğlu) da denir.)”

Ebû Ali Ruzbârî (öl. 322/933): “Tasavvuf, uzaklık kirlerinden sonraki yakınlık temizliğidir. Tasavvuf ciddiyettir.”

Ebû Bekr eş-Şiblî (öl. 334/945): “Tasavvuf, tasalardan uzak Hak ile birlikte olmak, kâinatı görmekten korunmak, kuvvetleri (şehvet ve gazap) zapt etmek, nefisleri kontrol etmektir.”

Ebû Saîd el-Ârâbî (öl. 341/952): “Tasavvuf, fuzuli olanı terkten ibarettir.”

Ebû’l-Hasen el-Husrî (öl. 371/981): “Tasavvuf, kalbini muhalefet belasından temizlemendir.”

Kelâbâzî’ye göre, giyim ve kıyafetleri dikkate alınarak tasavvuf ehline sûfiyye denilmiştir. Onlar nefsin hazzı için yumuşak ve güzel görünüşlü elbiseler giymezler. Sadece mahrem yerlerini örtmek için elbise giyerler, sert kıldan ve kalın yün ipliğinden yapılan elbise ile yetinirler.

Her sufî, içinde bulunduğu hale göre tasavvufu tarif etmiştir. Bu tariflerden bazıları şu şekildedir: Tasavvuf baştan başa edeptir. Kötü huyları terk edip güzel huylar edinmektir. Kimseden incinmemek, kimseyi incitmemektir. Nefse karşı girişilen ve başarı olmayan bir savaştır. Herkesin yükünü çekmek, kimseye yük olmamaktır. Bütün mensuplarının birbirini dost ve kardeş̧ tanıdığı bir birliktir. Hak ile birlikte ve onun huzurunda olma halidir. Hakk’ın seni senden öldürmesi ve kendisiyle yaşatmasıdır. Keşf ve temaşa halidir. Temiz bir kalp, pâk bir gönül sahibi olmaktır. Nefsinden fani, Hak ile baki olmaktır. Kâmil insan olmaktır. Hakk’a ermektir (ermiş olmaktır).

Görüldüğü üzere tasavvuf tanımlarında ittifak yoktur. Burada bazılarını zikrettiğimiz mutasavvıflar dışında neredeyse bütün mutasavvıfların tasavvuf tanımı yapmış olmasına rağmen, tasavvufun tek bir tanımı yapılamamıştır. Tanımlardaki farklılıklar birkaç madde olarak özetlenebilir. Bunlar;

a) Tariften kaynaklanan sebepler ki; kimi aşkı, kimi itaati, kimi de korkuyu öne çıkarmıştır.

b) Tarifi yapanın durumundan kaynaklanan sebeplerdir ki; asıl sebep budur. Çünkü kişi hangi hal ve makamdaysa ona göre bir tanım yapar. Bunun yanında meşrep farklılıkları da etkilidir. (Cehrî, hafî gibi)

c) Yapılan tariflerde muhatap önemlidir. Çünkü herkesin ihtiyaç ve seviyesi farklıdır.

Günümüzde özellikle ehli olmayanlar tarafından üzerinde en çok konuşulan, tartışılan, fikir yürütülen, olumlu ya da olumsuz yargılarda bulunulan konuların başında hiç şüphesiz tasavvuf gelmektedir. Toplumun nerdeyse her kesiminden fertlerin ‘tasavvuf denir’ sorusuna mutlaka vereceği bir cevabı vardır. Maalesef bazılarına göre tasavvuf; tekke ve dergâh, şeyh ve mürşit, tâc ve hırka gibi özel elbiseler, musiki ile icra edilen bir ayin, rabıta ve murakabe gibi bâtınî ve deruni hususiyetleri olan bir ilim dalıdır. Bazılarına göre ise tarikat denilen müesseseleriyle halkı sosyal yaşantıdan uzaklaştıran, inzivaya yönelten, yalnızlığa sevk eden bir kurum olmuştur.

Yukarıda geçtiği üzere İslam tarihi boyunca tasavvufun pek çok değişik tanımlarını görmekteyiz. Aslında değişik tanımların yapılması sonucunda bir farklılık değil, zenginlik ortaya çıkmıştır. Bu tanımlarda birbiriyle çatışma asla söz konusu değildir. Aslında bu durum Mevlâna’nın bahsetmiş olduğu körler hikâyesine benzemektedir. Körlerin bir fil’e dokunmaları istenmiş, onlar da dokundukları uzuvlara göre onu tanımlamaya çalışmışlardır. Körlerin tek tek yaptığı tanımlar, fil tanımı için geçerli değildir. Çünkü tanımlar, filin bütününe değil, belli azalara ait tanımlardır. Tasavvuf konusunda söylenenler de aynen bunun gibidir. Bu değerlendirmelerden her biri teker teker ele alındığında tasavvuf için efradını câmî (ilgili olanı içine alan), ağyârini mâni (ilgisi olmayanı dışarıda bırakan) bir tanım yapma ihtimali çok uzak gözükmektedir. Ancak bu parçalar bir araya getirildiği takdirde belki bütün meydana gelecek ve tasavvuf ortaya çıkacaktır. Tasavvufun yukarıda geçen tanımlardaki konuların her birisiyle ilgisi vardır. Bu sebeple yalnızca kısmî tanımlar yapılabilmiştir. Çünkü tasavvuf kâl (söz) değil, hâl’dir. Hâl ise belli bir yere kadar söz ile anlatılabilir.

YAZIMIZ DEVAM EDECEKTİR…

NOT: Erken dönemde ulema ve sufiye tabakası tasavvufu nasıl tanımlayıp anladığına dair kısa bir yazı dizisi yazmamdaki en önemli sebeb günümüzde bu yolların sahtekarlarının her geçen artması ve müslümanların duygularını suistimal etmeleridir. Bu yollara müracat eden kardeşlerim yazı dizisinde anlatılanları okudukları takdirde en azından mensubu oldukları tarikatların hak üzere mi yoksa batıl üzere mi olduğuna dair bir fikir edineceklerini düşünüyorum. Amacım birilerini iğnelemek veya kurdukları düzenlerine çomak sokmak değildir. Herkes Allah’a hesabını verecektir. Yazı dizisini bitirdiğimde makalenin kaynakçasıyla beraber pdf formatında yazının tamamı yayınlanacaktır.

Yorum Yap

×